Tıbbi Sözlük

Hoş geldiniz, tibbisozluk.com Sağlıklı yaşam sosyal paylaşım platformudur. Sağlık hakkındaki kararlarınızı mutlaka bir hekim'e danışarak veriniz. Tüm soru görüş ve önerileriniz için info@tibbisozluk.com a mail atabilirsiniz. Üye olarak Tıbbi Sözlük'ün tüm özelliklerinden faydalanabilinirsiniz.

Soru sor

Sorular sorun ve yanıtlar alın

Online Psikolog

Uzman Klinik Psikolog Çiğdem Akbaş

Bize Ulaşın

Site yönetimine yazın

Profesyonel Web Sitesi

Profesyonel bir web sitesi için tıklayın.

Nefroloji ve Hipertansiyon Takibi

tibbisozluk

Administrator
Personel
Katıldı
22 Aralık 2024
Mesajlar
303
Tepki puanı
0
Puanlar
16

Nefroloji ve hipertansiyon takibi​

Nefroloji, böbreklerin yapısını, işlevlerini ve bu işlevlerdeki bozuklukları inceleyen tıbbi bir uzmanlık dalıdır. Bu alan, akut veya kronik böbrek hastalıkları ile birlikte hipertansiyon, elektrolit dengesizlikleri, idrar yolu problemleri ve diyaliz tedavisi gibi konuları kapsar. Böbreklerin metabolik atıkları temizleme, su-tuz dengesini koruma, kan basıncını düzenleme, kalsiyum-fosfor metabolizmasına katkı sağlama ve eritropoietin hormonu aracılığıyla kan hücre üretimini etkileme gibi çok yönlü görevleri vardır. Bu nedenle böbrek fonksiyonlarındaki herhangi bir bozulma, organizmanın birçok sistemini zincirleme bir şekilde etkileyebilir. Nefroloji uzmanları, bu bozuklukların erken teşhisi ve yönetimi için multidisipliner çalışarak, hipertansiyon takibi ve kontrolü başta olmak üzere pek çok tedavi protokolünü planlar.

Nefrolojinin kapsamı ve multidisipliner yaklaşım​

Nefroloji pratiği, klinik açıdan çok geniş bir yelpazeyi kapsar. Böbrek hastalıkları çoğu zaman sinsi ilerler ve erken dönemde belirti vermeyebilir. Ancak proteinüri, hematüri, ödem, hipertansiyon, elektrolit bozuklukları veya böbrek fonksiyon testlerinde (kreatinin, üre, glomerüler filtrasyon hızı) yükselmeyle kendini gösterebilir. Ani başlayan (akut) böbrek hasarları, sepsis veya hipotansiyon gibi durumlarda ortaya çıkabileceği gibi kronik böbrek hastalığı, yıllar içinde yavaşça ilerleyerek geri dönüşü olmayan yapısal değişikliklere neden olabilir.
Nefroloji uzmanları, genellikle kardiyoloji, dahiliye, endokrinoloji, üroloji gibi farklı branşlardaki hekimlerle iş birliği yapar. Örneğin kronik böbrek hastalığı olan bir hastada kardiyovasküler risk oldukça yüksektir ve bu risk, hipertansiyonla daha da artabilir. Aynı şekilde diyabet, böbreklerin küçük damarlarında hasara yol açarak hem kronik böbrek yetersizliğinin hem de kardiyovasküler problemlerin gelişimine katkıda bulunabilir. Bu nedenle nefroloji alanında geliştirilen tedavi stratejileri, sadece böbrek fonksiyonlarını değil, hastanın tüm metabolik durumunu ve kalp-damar sistemini de kapsayacak şekilde planlanır.

Hipertansiyon ve böbrek ilişkisi​

Hipertansiyon, sistemik arter basıncının sürekli olarak normal değerlerin üzerinde seyretmesi durumudur. Klinik anlamda genellikle 140/90 mmHg üstündeki ölçümler tehlike sinyali olarak kabul edilir; ancak güncel kılavuzlarda risk faktörlerine göre daha düşük hedefler de belirlenebilir. Hipertansiyon ve böbrek hastalıkları arasında güçlü bir çift yönlü ilişki söz konusudur. Yüksek kan basıncı, böbrek damarlarını olumsuz etkiler; uzun vadede glomerüler filtrasyon azalır, böbrek dokusunda fibrozis gelişir ve sonuçta kronik böbrek yetmezliği tablosu ortaya çıkabilir. Öte yandan böbrek fonksiyonlarındaki bozulma, tuz ve su atılımını sekteye uğratarak kan basıncını yükseltecek mekanizmaları tetikler.
Bu etkileşim, özellikle renin-anjiyotensin-aldosteron sistemi (RAAS) üzerinden gerçekleşir. Böbrekler, yeterli kan akışı veya düşük sodyum algıladığında renin salgılar. Renin, anjiyotensinogen adı verilen proteini anjiyotensin I’e çevirir. Ardından akciğerlerden salgılanan anjiyotensin dönüştürücü enzim (ACE) devreye girer ve anjiyotensin I’i anjiyotensin II’ye dönüştürür. Anjiyotensin II kan damarlarını daraltır ve aldosteron salgılanmasını artırır. Aldosteron, böbreklerde sodyum ve su geri emilimini yükselterek kan basıncını artırır. Kronik böbrek hastalığı olan bireylerde bu sistem sıklıkla aşırı aktif hale gelir ve hipertansiyonun kontrolü güçleşir.

Kronik böbrek hastalığı ve hipertansiyon birlikteliği​

Kronik böbrek hastalığı, böbrek fonksiyonlarında geri dönüşü mümkün olmayan, ilerleyici bir azalma demektir. Hem tanısında hem de seyrinde hipertansiyon sıkça karşımıza çıkar. Özellikle diyabetik nefropati, polikistik böbrek hastalığı veya kronik glomerülonefrit gibi durumlarda böbreklerin yapısal ve fonksiyonel bozulmaları daha hızlı ilerleme eğilimindedir. Yüksek kan basıncıyla birlikte böbrek içindeki damar yatağında meydana gelen stres, filtrasyon mekanizmasını zayıflatır ve protein kaybını artırır. Proteinüri, hastalığın ilerlediğinin önemli bir göstergesidir ve hipertansiyonla paralel seyrederse böbrek hasarı katlanarak artabilir.
Bu hastalarda kan basıncının iyi kontrol edilmesi, hastalığın progresyonunu yavaşlatmada kritik rol oynar. Genellikle hedef kan basıncı değerleri, diğer bireylere göre biraz daha düşük tutulmaya çalışılır. Bunun nedeni, böbreklerin zaten hasarlı olması ve yüksek basınca toleransının daha az olmasıdır. Renin-anjiyotensin-aldosteron sistemi baskılayıcı ilaçlar (ACE inhibitörleri veya anjiyotensin II reseptör blokerleri), proteinürinin azalmasına da yardımcı olur. Tedavi sürecinde düzenli laboratuvar takibi, kreatinin ve potasyum düzeylerinin izlenmesi gerekir; zira RAAS baskılaması potasyum tutulumunu artırarak hiperkalemi riski yaratabilir.

Hipertansiyonun tanısı ve önemi​

Kan basıncı ölçümü, hipertansiyon tanısında temel adımdır. Tek bir ölçümle karar verilmez, farklı günlerde ve saatlerde yapılan çok sayıda ölçümün ortalaması değerlendirilir. Klinik ortamlarda bazen “beyaz önlük hipertansiyonu” denilen durumla da karşılaşılabilir. Hastanın doktor karşısında kaygı duyması sonucu kan basıncında geçici artış gözlenir. Evde veya 24 saatlik ambulatuvar kan basıncı monitorizasyonuyla bu etkiyi aşmak mümkündür.
Hipertansiyonun erken evrede tespit edilmesi, ileride gelişebilecek kalp yetmezliği, koroner arter hastalığı, inme, böbrek yetmezliği ve hatta görme kaybı gibi komplikasyonların önlenmesinde büyük önem taşır. Özellikle tuz tüketiminin yüksek olduğu toplumlarda ve obezite prevalansının arttığı bölgelerde hipertansiyon sıklığı giderek yükselmektedir. Nefrolojinin ilgi alanı açısından bakıldığında, hipertansiyon tedavisi sadece yüksek tansiyonu düşürmekle kalmaz, aynı zamanda böbreğin daha fazla hasar görmesini engellemeye de odaklanır.

Nefrolojik değerlendirmede ileri tetkikler​

Hipertansiyonun altında yatan sekonder nedenler de önemlidir. Bazı bireylerde böbrek damarlarındaki daralma (renovasküler hipertansiyon), feokromositoma, primer hiperaldosteronizm veya Cushing sendromu gibi patolojiler, kan basıncının dirençli bir şekilde yüksek kalmasına yol açabilir. Bu durumlarda nefrolojik değerlendirme genişletilerek böbrek ultrasonu, doppler ultrason, renal arter anjiyografisi, plazma renin-aldosteron düzeyleri, 24 saatlik idrar katekolamin ölçümü, kan ve idrar steroid düzeyleri gibi testler talep edilebilir.
Renovasküler hipertansiyon, özellikle orta yaş üstü bireylerde veya genç kadınlarda açıklanamayan yüksek tansiyon varsa akla gelir. Böbrek damarında kireçlenme veya fibromüsküler displazi gibi sorunlar nedeniyle kan akışı azalır ve böbrek renin salgılamasını artırır. Bu durumda RAAS sistemi aşırı aktif hale gelir. Medikal tedavinin yanı sıra daralan damar bölgesine stent yerleştirilmesi gibi girişimlerle tansiyon kontrol altına alınabilir ve böbrek fonksiyonu korunabilir.

Hipertansiyon ve renal hedef organ hasarı​

Hipertansiyon zaman içinde yalnızca böbrekleri değil, kalp, beyin ve büyük damarlar gibi diğer organları da etkiler. Nefroloji bakış açısından renal hedef organ hasarı, kreatinin yüksekliği, mikroalbüminüri veya proteinüri, böbrek boyutlarında değişiklik ve eGFR düşüşü ile kendini gösterebilir. Erken dönemde idrarda albümin kaçağı genellikle mikroalbüminüri düzeyindedir. Bu evrede kan basıncı yönetimi ve yaşam tarzı değişiklikleri, ciddi böbrek hasarının önüne geçmek adına hayati bir fırsat sunar.
Daha ilerlemiş aşamalarda proteinüri artar, böbreklerde fibrozis ve glomerüler skleroz gibi kalıcı doku değişiklikleri ortaya çıkar. Kan basıncı kontrol altına alınmazsa kronik böbrek yetmezliği kaçınılmaz hale gelebilir. Ayrıca sistemik anlamda ateroskleroz riskinin artması, kalp damarlarını da tehlikeye atar ve kalp krizi, inme gibi mortalitesi yüksek tablolar ortaya çıkabilir.

Tedavi protokollerinde ilaç seçimi​

Hipertansiyon tedavisinde ACE inhibitörleri, anjiyotensin II reseptör blokerleri (ARB), beta blokerler, kalsiyum kanal blokerleri ve diüretikler gibi farklı ilaç grupları kullanılır. Nefroloji açısından bakıldığında, RAAS üzerinde etkili ilaçların proteinürinin azalmasında ve böbrek korumasında öne çıktığı bilinmektedir. Özellikle diyabetik nefropati ve proteinürik böbrek hastalıklarında ACE inhibitörleri veya ARB’ler çoğu zaman ilk tercih olur. Ancak hastanın potasyum düzeylerinin ve böbrek fonksiyonlarının izlenmesi, bu tedavide çok önemlidir.
Tiazid grubu diüretikler, hafif ve orta dereceli hipertansiyonda sıkça tercih edilir. Özellikle tuz kısıtlamasıyla birlikte, sıvı fazlalığını gidererek kan basıncını düşürür. Ancak kronik böbrek hastalığının ileri evrelerinde (eGFR <30 ml/dk) tiazidlerin etkinliği azalabilir ve daha güçlü etkiye sahip loop diüretikleri (furosemid gibi) gündeme gelebilir. Kalsiyum kanal blokerleri de hem kan damarlarını gevşetmesi hem de kardiyovasküler koruma sağlaması nedeniyle kullanışlıdır. Beta blokerler, kalbin atım hızını ve kontraktilitesini düşürerek kan basıncını düşürür, ancak bazı hastalarda (örneğin kronik obstrüktif akciğer hastalığı veya ağır bradikardi) dikkatli olunması gerekir.

Yaşam tarzı değişiklikleri ve diyetin rolü​

Hipertansiyon yönetiminde ilaç tedavisi tek başına yeterli olmaz; yaşam tarzı değişiklikleri tedavinin vazgeçilmez bir parçasıdır. Özellikle tuz tüketiminin sınırlandırılması, kan basıncında önemli düşüşler sağlayabilir. Nefrolojide sodyum kısıtlaması, böbreklerin yükünü azaltarak sıvı tutulumunu ve tansiyonu kontrol altına alır. Fazla kilo, insülin direncini artırarak böbrek fonksiyonlarını ve kan basıncını olumsuz etkiler. Bu nedenle dengeli bir diyetle ideal kilo aralığında kalmak önemlidir.
Yeterli potasyum, kalsiyum ve magnezyum alımı da tansiyonun düzenlenmesinde rol oynar. İşlenmiş gıdalardan uzak durmak, yağ ve şeker tüketimini sınırlamak, sebze-meyve ağırlıklı öğünler planlamak, kan basıncı kontrolünü kolaylaştırır. Yine de kronik böbrek hastalığında potasyum seviyesi sık yükseldiğinden, potasyum kaynaklarını tüketirken doktor veya diyetisyen önerilerine uymak gerekir. Kronik böbrek hastalığının ileri evrelerinde fosfor ve protein kısıtlaması da gündeme gelebilir.

Egzersiz ve stres yönetimi​

Hareketsiz yaşam tarzı, hipertansiyona zemin hazırlayan önemli bir faktördür. Haftada en az 3-4 gün, 30-45 dakikalık orta şiddette egzersiz yapmak, kalp ve damar sağlığını destekler, kilo kontrolünü kolaylaştırır ve kan basıncını düşürür. Hipertansiyon hastalarında yürüyüş, yüzme, bisiklet gibi dayanıklılık antrenmanları tercih edilebilir. Ani ve yoğun ağırlık kaldırma egzersizleri, mevcut bir kardiyovasküler sorun yoksa kontrollü şekilde yapılabilir ancak sıklıkla nabız hızını veya kan basıncını aşırı yükselten sporlar önerilmez.
Stres, sempatik sinir sistemi aktivasyonunu tetikleyerek kan basıncı artışına yol açabilir. Yoğun kaygı, uykusuzluk veya depresyonla başa çıkmada zorlanan bireylerde tansiyon kontrolü daha güç hale gelir. Bu bakımdan, nefrolojik takipte stresi azaltacak yöntemler (yoga, meditasyon, nefes egzersizleri, psikolojik danışmanlık) ve düzenli uyku alışkanlığı kazandırma gibi yaşam biçimi düzenlemeleri önerilir.

Diyaliz, böbrek nakli ve hipertansiyon yönetimi​

Kronik böbrek yetmezliğinin son evresi olan hastalar, diyaliz veya böbrek nakli gibi girişimsel tedavilere ihtiyaç duyar. Diyaliz tedavisi gören hastalarda da hipertansiyon sık görülür. Özellikle hemodiyaliz seansları arasında kilo artışının fazla olması, sıvı birikiminin artmasına ve tansiyonun yükselmesine neden olabilir. Bu nedenle hastalara diyet ve sıvı kısıtlaması konur. Seans süresi ve sıklığı hastanın sıvı dengesini ve tansiyonunu düzenlemede kritik rol oynar.
Periton diyalizi uygulanan hastalarda ise diyaliz solüsyonlarının içeriği ve değişim sıklığı tansiyonu etkileyebilir. Uzun süredir diyaliz tedavisi gören bireylerde kan basıncı kontrol altına alınamadığında ek ilaçlara başvurmak kaçınılmaz hale gelir. Böbrek nakli sonrası hastalarda da hipertansiyon gözlenebilir. İmmünsüpresif ilaçlar, sıvı-elektrolit dengesindeki değişimler ve nakledilen böbrekteki vasküler sorunlar, bu durumu tetikleyebilir. Nakil sonrasında tansiyon takibi, nakledilen böbreğin sağkalımı ve hastanın genel sağlığı açısından çok önemlidir.

Takip ve hastalık farkındalığı​

Hipertansiyon ve böbrek hastalığı tanısı konan bireylerin düzenli takibi şarttır. Kan basıncı, laboratuvar testleri, elektrolit düzeyleri ve idrarda protein veya albümin kaçağı gibi parametreler, en azından belirli aralıklarla ölçülmelidir. Bu ölçümlere göre ilaç dozları ayarlanır, yeni ilaç eklenmesi veya mevcut ilaçların değiştirilmesi gündeme gelebilir. Hasta eğitimi, nefroloji pratiğinde çok önemli yer tutar. Hastaların, ilaçlarını düzenli kullanmaları, tuz kısıtlaması ve hayat tarzı önerilerine uymaları, hedeflenen tedavi başarısını belirler.
Bunun yanı sıra hastalar, muhtemel yan etkiler (hiperkalemi, öksürük, ayak bileği ödemi, çarpıntı vb.) konusunda bilgilendirilmelidir. Kan basıncı ölçüm tekniklerini doğru şekilde öğrenmek, evde düzenli tansiyon takibi yapmak, bir sorunun erken dönemde saptanmasına katkı sunar. Hastaya ait faktörler kadar, klinik ekip arasındaki koordinasyon da hipertansiyon ve nefrolojik bozuklukların izlenmesinde belirleyici rol üstlenir.

Kardiyovasküler risk ve böbrek koruma stratejileri​

Nefroloji uzmanları, hipertansiyonlu hastalarda kardiyovasküler riskin azaltılmasına büyük önem verir. Çünkü böbrek hastalıklarının ileri dönemlerinde kardiyovasküler morbidite ve mortalite belirgin şekilde artar. Kan basıncını düşürmek, aterosklerozun ilerlemesini yavaşlatmak ve sol ventrikül hipertrofisini engellemek için temel bir girişimdir. Aynı zamanda lipid profilinin düzenlenmesi ve kan şekeri kontrolü de kardiyovasküler koruma stratejilerinin ayrılmaz parçalarıdır.
Sigara kullanımı, damar sağlığını bozan en önemli alışkanlıklardan biridir. Nikotin ve diğer toksinler, damar sertliğini hızlandırarak hem kalp hem de böbrek işlevlerine zarar verir. Sigaranın bırakılması, tansiyon ve böbrek sağlığı üzerinde olumlu etki yapar. Düzenli kontrollerde EKG, ekokardiyografi ve karotis-damar ultrasonu gibi tetkikler, aterosklerotik süreci ve kalp fonksiyonlarını değerlendirir. Erken aşamalarda yakalanan damar problemleri, medikal veya girişimsel yöntemlerle tedavi edilerek daha büyük komplikasyonların önüne geçilebilir.

Son dönem böbrek yetmezliği ve hipertansiyonun kontrolü​

Nefrolojik izlemin belki de en kritik noktası, hastanın son dönem böbrek yetmezliği (SDBY) aşamasına gelmesini önlemektir. Bu evrede eGFR genellikle 15 ml/dk’nın altındadır ve hastada üremik belirtiler, sıvı-elektrolit dengesizlikleri, metabolik asidoz, ağır hipertansiyon ve anemi gibi çok yönlü problemler baş gösterir. Diyaliz tedavisi veya böbrek nakli, bu hastaların yaşamını sürdürmek açısından zorunlu hale gelir.
Bu aşamada hipertansiyonu yönetmek, kan basıncını çok agresif düşürmeden ama yine de kalp ve damar hasarını en aza indirecek düzeyde tutmayı gerektirir. Kimi hastalarda sempatik aktivitenin artması, hipertansiyonu dirençli hale getirebilir. Bu durumda ek ilaçlar, ultrafiltrasyon miktarının ayarlanması veya tuz kısıtlamasının daha da sıkılaştırılması gündeme gelir. Yüksek volüm yükü, diyaliz seanslarında daha fazla sıvı çekilmesiyle kontrol edilebilir, ancak bunun ani hipotansiyon gibi yan etkileri de olabilir. Tedavinin her aşaması ince ayar gerektirdiğinden, son dönem böbrek yetmezliğinde hipertansiyon takibi nefroloji ekibinin yoğun dikkatini talep eder.

Güncel gelişmeler ve ileri tedaviler​

Hipertansiyon ve böbrek hastalıklarının tedavisinde yeni ilaçlar ve teknolojiler sürekli olarak geliştirilmektedir. Son dönemde SGLT2 inhibitörleri gibi diyabet tedavisinde kullanılan bazı ilaçların, böbrek korumasında ve kalp-damar olaylarını azaltmada olumlu etkileri ortaya konmuştur. Kimi araştırmalarda bu ilaçların proteinüriyi ve hipertansiyonu azalttığı, kardiyovasküler risk profilini düzelttiği belirtilmektedir. Öte yandan diyaliz tekniklerinde yenilikler, daha biyouyumlu filtre malzemeleri ve kişiye özel programlar, hastaların yaşam kalitesini artırma potansiyeline sahiptir.
Yakın gelecekte gen terapileri, doku mühendisliği ve yapay böbrek prototipleri de gündeme gelebilir. Bununla birlikte henüz pratik kullanım aşamasına geçilmemiştir. Transplantasyonda ise immünosupresif ilaçların yan etkilerini azaltma ve böbrek reddini engelleme çabaları devam etmektedir. Yine de yakın takip ve hastaya yönelik bireyselleştirilmiş tedavi planları, mevcut koşullarda en iyi sonuçları almayı sağlayan yaklaşımlardır.

Sonuç ve değerlendirme​

Nefroloji ve hipertansiyon takibi, modern tıbbın multidisipliner yaklaşımlarından biri olarak önem kazanmıştır. Böbrek, kan basıncını düzenlemede merkezi bir role sahiptir; bu nedenle uzun süreli ve kontrol altına alınmamış hipertansiyon, böbrek dokusunu geri dönüşü zorlu bir hasara uğratabilir. Diğer yandan, böbrek fonksiyonlarının azalması da kan basıncını yüksek tutan mekanizmaları tetikleyerek kısır döngü oluşturur. Bu karşılıklı etkileşim, hipertansiyon yönetimini karmaşık hale getirse de erken tanı, yakın takip, uygun ilaç seçimi ve yaşam tarzı değişiklikleriyle başarılı sonuçlar elde etmek mümkündür.
Kronik böbrek hastalığı olan kişilerde kan basıncının ideale yakın düzeylerde tutulması, proteinüriyi azaltır, böbrek yetmezliği progresyonunu yavaşlatır ve kardiyovasküler riskleri düşürür. Bu süreçte nefroloji uzmanlarının yanı sıra kardiyoloji, dahiliye, endokrinoloji, hatta gerektiğinde psikiyatri gibi farklı branşlar birlikte çalışarak bütüncül bir yaklaşım sunar. Hastaların medikal tedavisi kadar beslenme alışkanlıkları, egzersiz rutini, stres yönetimi ve sigara/alkol tüketimi de yakından değerlendirilir.
Son dönem böbrek yetmezliği aşamasına gelinmeden önce önleyici tıp uygulamaları, düzenli kontroller, kan basıncının doğru ölçülmesi ve tedavi planlarına sadık kalmak esas alınmalıdır. Hastalığın ilerlemesi durumunda diyaliz ve böbrek nakli gibi yöntemler devreye girer, ancak bu aşamada da hipertansiyon yönetimi önemini korur. Özellikle diyaliz seansları arasındaki kilo artışı, sıvı yükü ve potansiyel elektrolit dengesizlikleri, kan basıncını olumsuz etkileyebilir.
Hipertansiyon ve böbrek ilişkisi, yeni araştırmalar ve teknolojik gelişmeler ışığında daha iyi anlaşılmaktadır. SGLT2 inhibitörleri gibi yeni ilaçlar, böbrek koruma özellikleri sayesinde klinik uygulamalarda yer bulmaya başlamıştır. Bunun yanı sıra bireyselleştirilmiş diyaliz programları, minimal invaziv girişimler ve gelişmiş transplantasyon protokolleri, hasta yaşam kalitesini iyileştirme yönünde umut vadeder. Ancak tüm bunların ötesinde, hastanın kendi sağlığını sahiplenmesi, tuz kısıtlaması, yeterli egzersiz, ilaç uyumu ve düzenli doktor kontrolleri gibi temel basamakları uygulaması, tedavi başarısında kritik öneme sahiptir.
Sonuç olarak nefroloji ve hipertansiyon takibi, metabolik, kardiyovasküler ve renal parametreleri içeren kapsamlı bir yaklaşımla yürütülmelidir. Bu yaklaşım, erken teşhis ve etkili tedavi protokolleriyle hastaların böbrek ve kalp sağlığını koruyabilir, yaşam sürelerini ve kalitelerini artırabilir. Multidisipliner iş birliği ve sürekli güncellenen tıbbi bilgi, kronik böbrek hastalığı ve hipertansiyon karmaşasında en değerli araçlardır. Bu çerçevede, halk sağlığı bilincini yükseltmek, tarama programlarına katılımı teşvik etmek ve bireysel düzeyde sorumluluk almak, böbrek sağlığının korunmasında belirleyici rol oynar.
 

Öne çıkan içerik

Trend içerik

Üyeler çevrimiçi

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum istatistikleri

Konular
307
Mesajlar
310
Üyeler
5
Son üye
Çiğdem Akbaş
shape1
shape2
shape3
shape4
shape5
shape6
Geri
Tepe