Tıbbi Sözlük

Hoş geldiniz, tibbisozluk.com Sağlıklı yaşam sosyal paylaşım platformudur. Sağlık hakkındaki kararlarınızı mutlaka bir hekim'e danışarak veriniz. Tüm soru görüş ve önerileriniz için info@tibbisozluk.com a mail atabilirsiniz. Üye olarak Tıbbi Sözlük'ün tüm özelliklerinden faydalanabilinirsiniz.

Soru sor

Sorular sorun ve yanıtlar alın

Online Psikolog

Uzman Klinik Psikolog Çiğdem Akbaş

Bize Ulaşın

Site yönetimine yazın

Profesyonel Web Sitesi

Profesyonel bir web sitesi için tıklayın.

Yeme Bozuklukları (Anoreksiya, Bulimiya vb.)

Çiğdem Akbaş

Yeni Üye
Katıldı
23 Şubat 2025
Mesajlar
4
Tepki puanı
1
Puanlar
3

Yeme bozuklukları (anoreksiya, bulimiya vb.)​


Yeme bozuklukları, besin alımına dair davranışların psikolojik etkenlerle karmaşık biçimde iç içe geçtiği, bedenin fizyolojik ihtiyaçlarını ve kişinin ruhsal sağlığını derinden etkileyen bir hastalık grubunu ifade eder. Yemek yeme davranışı, insan hayatında sadece fiziksel bir gereklilik değildir; aynı zamanda duygular, özdeğer algısı, sosyal etkileşimler ve kültürel normlarla şekillenen bütünsel bir süreçtir. Yeme bozukluklarında bu süreç, beden imgesine ve yeme davranışına dönük olumsuz tutumlar, takıntılı düşünceler ve aşırı kontrol arayışı ekseninde bozulur. Kimi zaman aşırı kısıtlama, kimi zaman da denetimsiz yeme nöbetleriyle şekillenen bu hastalıklar, hem psikiyatrik hem de bedensel komplikasyonlara zemin hazırlar. Özellikle ergenlik ve genç yetişkinlik döneminde görülen anoreksiya nervoza, bulimiya nervoza, tıkınırcasına yeme bozukluğu gibi tablolar, tedavi edilmediğinde ciddi organ hasarlarına, hormonal ve metabolik dengesizliklere, sosyal ilişkilerde bozulmaya ve ölüme kadar uzanan riskler barındırır. Toplumsal dayatmalar, zayıf beden imgesine verilen aşırı önem, düşük özgüven, ailevi sorunlar ve genetik yatkınlık gibi çoklu etkenler, yeme bozukluklarının ortaya çıkışında rol oynar. Tedavide ise psikoterapi, beslenme düzenlemeleri, ilaç tedavisi ve aile desteğini içeren çok disiplinli bir yaklaşım benimsenir.

Tarihsel ve kültürel perspektif​


Yeme bozukluklarının tarihsel kökleri, aslında orta çağ ve antik dönemlere kadar uzanır. Antik çağ yazarları, dönem dönem aşırı açlık oruçları tutan ya da kontrolsüz yeme davranışı sergileyen kişilerden bahseder. Ancak modern tıp literatüründe anoreksiya ve bulimiya gibi kavramların tanımlanışı 19. yüzyıla dayanır. Özellikle 1870’lerde William Gull ve Charles Lasègue, “anoreksiya nervoza” terimini kullanarak hastalığın psikolojik kökenlerine işaret etmiştir. Başta zayıflama isteği, beden algısında çarpıklık ve iştahsızlık gibi belirtilerle tanınan bu tablo, sonraki yüzyıl içinde giderek daha net klinik çerçevelerle tanımlandı. Ayrıca 20. yüzyılın sonlarında beden algısına dair toplumsal baskıların artması, medya ve moda sektörünün ince beden ölçülerini özendirmesi, yeme bozukluğu tanılarında gözle görülür bir artışa neden oldu.

Kültürel anlamda yeme bozuklukları, çoğunlukla Batı dünyasına özgü gibi görülse de son yıllarda küreselleşme ile farklı ülkelerde ve kültürlerde de artış olduğu saptanır. Geleneksel toplumlarda şişmanlık, bereket ve sağlık göstergesi olarak algılanırken, endüstrileşmiş ve şehirleşmiş kesimlerde zayıf beden ideali öne çıkar. Bu geçiş, beslenme ile ilgili endişeler, beden kontrolü, rejim kısıtlamaları ve zayıflama çabalarının aşırılaşmasıyla sonuçlanabilir. Uzak Doğu’da dahi eskiden pek görülmeyen anoreksiya ve bulimiya vakalarının yükseldiği rapor edilir. Tüm bu değişimler, yeme bozukluklarının biyolojik, psikolojik ve sosyokültürel katmanlara sahip olduklarını ortaya koyar.

Anoreksiya nervoza​


Anoreksiya nervoza, kişinin beden ağırlığını kabul edilen minimum sağlıklı ağırlığın altında tutma ısrarı, yoğun kilo alma korkusu ve beden imgesinde çarpıklıkla tanımlanan bir yeme bozukluğu tablosudur. Bu hastalıkta birey, kalori alımını aşırı derecede kısıtlar, ekstrem diyetler ve egzersiz alışkanlıkları geliştirir. Öyle ki çoğu hasta, günlük kalori miktarını yüzlerce kalorinin altına çekebilir. Bu tutum, fiziksel ve hormonal sistemlerde ciddi bozukluklara yol açar. Adet düzensizlikleri, hormonal yetersizlikler, osteoporoz, kardiyak ritim bozuklukları ve kas kütlesi kaybı gibi sonuçlar ortaya çıkar. Vücut kitle indeksi (VKİ) genellikle 17.5’in altındadır ya da yaşa ve boya göre belirgin düşük yüzdelik dilimde seyreder.

Anoreksik bireyler, aşırı kilo alma korkusuna paralel olarak bedenlerini “aşırı kilolu” algılar. Aynada kendini çarpık biçimde görme ve sosyal çevrenin aksine hiçbir şekilde kendini zayıf hissetmeme tipiktir. Beden algısında çarpıklık, bu bozukluğun köşe taşlarından biridir. Hastalar kilo kaybını veya normalin altındaki ağırlıklarını asla yeterli görmezler, daha fazlasını hedefler. Ayrıca yeme davranışını kontrol etmek, hastanın özdeğer ve başarı duygusu için adeta bir araç haline gelebilir. Zihinsel ve duygusal süreçleri, sürekli diyet, kilo ve beden ölçüsü hesaplama düşünceleri işgal eder. Öyle ki sosyal ilişkiler, eğitim veya iş sorumlulukları geri planda kalır. Aile ve arkadaşlar tarafından zorlansa bile, hasta yemek yemeyi reddedebilir veya öğünleri atlatıp, içeceklerle geçiştirerek kalori alımını minimum düzeyde tutar.

Anoreksiya nervozanın restriktif tipinde hasta, gıda alımını düşük seviyede tutmakla yetinir. Arada tıkınırcasına yeme atakları veya kusma davranışı genellikle gözlenmez. Öte yandan bulimik tipte, hasta zaman zaman aşırı yeme epizodlarına girebilir ve sonrasında kusma veya laksatif kullanma gibi telafi edici davranışlar uygular. Bu iki alt tipte de kişinin temel korkusu kilo almadır. Psikolojik açıdan bakıldığında, anoreksiya genellikle mükemmeliyetçi, denetim odaklı ve düşük özgüvenli bireylerde sık rastlanır. Çocuklukta yetersiz duygusal destek veya ailede kilo ve beden konusuna aşırı önem verilmesi de tetikleyici olabilir.

Bulimiya nervoza​


Bulimiya nervoza, yine yeme bozukluğu sınıfında değerlendirilen ancak anoreksiyadan farklı olarak dışa yansıyan kilo kaybının her zaman mevcut olmadığı, tekrarlayan tıkınırcasına yeme atakları ve ardından gelen telafi davranışlarıyla karakterize bir tablodur. Tıkınırcasına yeme atağı sırasında hasta, kısa sürede olağanüstü miktarda kalori alır, kontrolü kaybederek duraksamadan yemek yer. Bu atakların ardından pişmanlık, suçluluk duygusu ve kilo alma korkusu kişiyi kusmaya, laksatif veya diüretik kullanmaya veya aşırı egzersize sürükleyebilir. Hastanın kilosu normal sınırlarda veya biraz üzerinde veya biraz altında seyredebileceği için dışarıdan fark edilmesi anoreksiyaya kıyasla daha zor olabilir.

Bulimiyada beden imgesi kaygısı, zayıf kalma arzusu yine baskın özelliklerden biridir. Atakların süresi genellikle yarım saat veya birkaç saati bulabilir. Hasta, kontrol edemediği bir dürtüyle yemek yediğini tarif eder. Bu süreçte hoşnutluk veya rahatlama hissetse de, ardından yoğun bir utanç ve kilo korkusu devreye girer. Bulimiya, uzun vadede mide, özofagus ve diş minesi hasarlarına yol açabilir. Sık kusma, elektrolit dengesizlikleri (potasyum düşüklüğü, sodyum veya klor bozukluğu) yaratıp kalp ritmi sorunlarını tetikleyebilir. Aşırı laksatif kullanımı ise bağırsak fonksiyonlarında bozulma ve dehidratasyon riski taşır. Psikolojik boyutta, hastanın benlik saygısı, sosyal ilişkileri ve günlük performansı bu döngü tarafından gölgelenir.

Bulimiyada da benzer şekilde, hasta çoğu zaman bedenini olduğundan kilolu görür ve sosyal çevrede zayıf algılanma isteği belirgindir. Sıkıntı, öfke, anksiyete ve depresyon atakları yeme davranışını tetikleyebilir. Özellikle çevresel stresler veya negatif duygulanım, tıkınırcasına yeme ataklarının başlangıç noktasıdır. Aile içinde kilo ve dış görünüşe odaklı söylemler, iş ve okul ortamında zayıf bedenin idealize edildiği mesajlar, bulimik semptomları besleyebilir.

Tıkınırcasına yeme bozukluğu​


Tıkınırcasına yeme bozukluğu (binge eating disorder), bulimiyaya benzer şekilde kontrol dışı yeme epizodlarını içerir, ancak bu epizodlardan sonra düzenli olarak kusma veya diğer telafi davranışları görülmez. Hastalar aşırı yemek yedikten sonra pişmanlık ve utanç hissetseler de genellikle kusma veya ilaç kullanımına başvurmazlar. Bu tablo, obeziteyle de yakından ilişkilidir. Hastalar sık sık yüksek kalorili, şekerli ve yağlı gıdaları tüketerek kısa sürede büyük porsiyonlar alır. Ataklar gizli yapılabilir, sosyal ortamlarda sınırlı yese de yalnız kaldığında büyük miktarlarda yeme nöbeti yaşayabilir. Bu durum kronik kilo alımına, metabolik sendrom, diyabet, hipertansiyon ve kalp hastalıkları riskinin artmasına yol açar.

Ruhsal planda tıkınırcasına yeme bozukluğu olan bireyler, genelde yeme ataklarını çözemedikleri stres, duygusal sıkıntı veya travmatik hatıralara karşı bir baş etme yöntemi olarak kullanır. Duygusal yoksunluk, dışlanma hissi, kendini rahatlatamama, anksiyete veya depresyon gibi durumlar atak sıklığını ve şiddetini artırabilir. Hasta bu yeme atakları sırasında anlık bir rahatlama yaşayabilir, ancak sonrasında şişkinlik, bedensel rahatsızlık ve güçlü bir suçluluk duygusu egemen olur. Zamanla kişi bedeninden ve benlik algısından daha da uzaklaşır, sosyal ortamlardan kaçınabilir.

Psikososyal ve biyolojik etkenler​


Yeme bozukluklarında genetik yatkınlık, beyin kimyası, aile dinamikleri, toplumsal faktörler ve kişisel psikolojik özellikler iç içe geçer. Beynin ödül mekanizmalarında dopamin ve serotonin düzeylerindeki dengesizlikler, yeme davranışında aşırı kontrol kaybına veya aşırı kısıtlama eğilimine zemin hazırlayabilir. Hormonal dengesizlikler (örneğin leptin, ghrelin, kortizol seviyeleri) açlık-tokluk hissini etkileyerek aşırı yeme veya iştahsızlığa katkıda bulunabilir. Aile öyküsünde anoreksiya veya bulimiya bulunan kişilerde bu rahatsızlıkların görülme oranı normal popülasyona göre daha yüksektir.

Aile tutumları, yeme bozukluklarında önemli bir risk faktörüdür. Aşırı kontrolcü veya eleştirel ebeveyn, beden görünüşüne dair olumsuz mesajlar, duygusal destek eksikliği veya kaotik aile ortamı, çocuğun benlik gelişimini ve duygusal regülasyon becerilerini zayıflatabilir. Medya, moda endüstrisi ve sosyal medya platformları da “sıfır beden” veya mükemmel vücut algısını pompalayarak gençler üzerinde baskı oluşturur. Bu baskı, özellikle ergenlik döneminde, bedensel değişimlere uyum sağlamaya çalışan gençlerde yeme bozukluğu riskini yükseltir. Bireysel özellikler de bu karmaşık tabloyu tamamlar. Mükemmeliyetçilik, düşük özgüven, kaygı bozukluğu, travmatik deneyimler, başarısızlık korkusu ve sosyal onay ihtiyacı, anoreksiya veya bulimiya riskini belirginleştirebilir.

Fiziksel ve tıbbi komplikasyonlar​


Yeme bozuklukları sadece ruhsal değil, bedensel açıdan da yıkıcı sonuçlar doğurur. Anoreksik hastalarda ağır kilo kaybı, elektrolit bozuklukları, kalp kası zayıflığı, hipotansiyon, bradikardi, saç ve tırnaklarda kırılma, ciltte kuruluk, kemik erimesi, adet kesilmesi (amenore) ve kısırlık riski öne çıkar. Aşırı düşük vücut yağ oranı, termoregülasyon bozukluğuyla vücut ısısının düşmesine ve lanugo adı verilen ince tüylenmeye yol açar. Uzun süren anoreksiya tablosunda ani kalp durması ve ölüm riski yüksektir. Bağışıklık sistemi zayıflar, hastalar sık hastalanır ve iyileşme süreçleri uzar.

Bulimiyada sıklıkla tekrarlanan kusma, mide özofagus hattında tahriş, ülser, diş çürümeleri ve diş minesinde aşınmalara neden olur. Kusma esnasında mide asidinin ağza gelmesi, diş sağlığını ciddi biçimde tehdit eder. Boğazda kronik irritasyon, reflü ve larenks hasarı gibi sorunlar gelişebilir. Elekrolit dengesizlikleri, kalp ritminde tehlikeli düzensizliklere zemin hazırlayabilir. Tıkınırcasına yeme bozukluğu, obeziteye ve onunla bağlantılı diyabet, hipertansiyon, karaciğer yağlanması, kalp-damar hastalıkları gibi geniş yelpazede kronik sorunlara zemin oluşturur. Bütün bu fiziksel tablo, hastaların yaşam kalitesini düşürür ve yaşam süresini kısaltır.

Psikoterapi ve destekleyici yaklaşımlar​


Yeme bozukluklarında temel tedavi yaklaşımı, psikoterapiyi, beslenme eğitimini ve gerekiyorsa farmakoterapiyi bütüncül biçimde içeren bir programdır. Bilişsel davranışçı terapi (BDT), bu alanda en yaygın ve etkili yöntemlerden biridir. BDT, hastanın beden imgesi ve yeme davranışına ilişkin olumsuz düşünce şemalarını sorgulamasına, tetikleyici durumları tanımasına ve alternatif baş etme stratejileri geliştirmesine olanak tanır. Hastaya düzenli yemek planı oluşturma, atak önleme becerileri, öz izleme yöntemleri öğretilir. Bulimiya ve tıkınırcasına yeme bozukluğunda BDT, tıkınma-kusma döngüsünü ve kontrol kaybını azaltmaya dönük etkinlik gösterir.

Aile terapisi, özellikle ergen ve genç yetişkin anoreksik hastalarda olumlu sonuçlar sunar. Ailenin destekleyici rolde olması, çatışma ve baskı unsurlarını azaltması, hastaya duygusal güvenli bir ortam hazırlaması önemlidir. Özellikle anoreksiyanın erken tespit ve tedavisinde aile temelli terapiler (Maudsley yaklaşımı vb.) ciddi oranda başarı gösterir. Hasta, yeme davranışını ve duygularını tek başına yönetemiyorsa, anne-baba veya aile üyeleri tedavi sürecine dahil olur ve birlikte çözüm yolları aranır. Grup terapileri, yeme bozukluğu deneyimini paylaşan hastaların sosyal destek kazanmasını ve deneyim aktarımından faydalanmasını sağlar.

Beslenme müdahaleleri ve diyet düzenlemesi​


Klinik olarak yeme bozukluğu tanısı konduğunda, hastanın fiziksel durumuna göre diyetisyen eşliğinde kişiselleştirilmiş bir beslenme planı oluşturulur. Anoreksiya vakalarında öncelik, vücut ağırlığının güvenli sınırlara geri kazandırılması ve yaşa-boy oranına uygun bir kiloya ulaşılmasıdır. Bu aşamada kademeli kalori artışıyla refeeding sendromu riskini yönetmek gerekir. Aşırı hızlı kalori yüklemesi, elektrolit dalgalanmalarına ve kardiyak sorunlara yol açabilir. Bu nedenle yavaş yavaş artan enerji alımı ve düzenli laboratuvar takibi yapılır. Hastaya normal öğün yapısı, makro ve mikro besin ögelerinin dengeli alımı, vücut hissi ve açlık-tokluk sinyalleri konusunda eğitim verilir.

Bulimiya ve tıkınırcasına yeme bozukluğu için tasarlanan beslenme planlarında düzenli öğün kavramına vurgu yapılır. Hasta, birden açlık krizi yaşamamak için ara öğünlerle kan şekerini sabit tutmayı öğrenir. Aşırı kısıtlayıcı diyetler veya tıka basa yemeyi tetikleyebilecek “başarısız diyet” döngüleri yerine, makul ve esnek diyet yaklaşımları benimsenir. Hastaların genellikle karbonhidratlara dair endişeleri, diyet kültürünün etkisiyle yağ fobisi gibi bozuk inançları olabilir. Bu konularda psikoeğitim ve besin çeşitliliğinin desteklenmesi önemlidir. Ayrıca suistimal edilen laksatif veya diüretik kullanımı kesilerek sindirim sistemi ve böbrek fonksiyonları korunmaya çalışılır.

İlaç tedavileri ve tıbbi izlem​


Bazı yeme bozukluklarında ruhsal belirtilerin şiddetini azaltmak veya eşlik eden depresyon, anksiyete, obsesif kompulsif bozukluk gibi durumları yönetmek amacıyla antidepresan veya anksiyolitik ilaçlar kullanılabilir. Özellikle bulimiya nervozada SSRI grubu antidepresanlar (fluoksetin vb.), tıkınma ve kusma döngüsünü hafifletme açısından faydalı bulunur. Anoreksiya nervozada kilo almak için açlığı tetikleyen ilaçlar çok sınırlı etki gösterir, esas olan psikoterapi ve beslenme desteğiyle altta yatan nedenleri çözmektir. Komorbid bozuklukların (örneğin anksiyete, obsesyonlar) tedavisi hastanın yeme davranışını dolaylı olarak iyileştirebilir.

Tıbbi izlem sırasında hastanın kalp ritmi, kan basıncı, elektrolit düzeyleri, karaciğer ve böbrek fonksiyonları, kemik yoğunluğu gibi parametreler kontrol edilir. Anoreksiyanın ağır formlarında kilo kaybı kritik seviyeye gelmişse, hastaneye yatış gerekli olabilir. Bu yatışlar zorunlu beslenme girişimlerini, tıbbi stabilizasyonu ve psikoterapötik müdahaleyi aynı çatı altında bütünleştirir. Yeniden beslenme sürecinde refeeding sendromu riskine karşı fosfor, potasyum ve magnezyum düzeylerine bakılır. Tıkınırcasına yeme bozukluğu ve bulimiyada da komplikasyonlar varsa veya hasta intihar riskine yakınsa, yatarak tedavi gündeme gelir.

Önleme ve toplumsal farkındalık​


Ergenlik döneminde başlayan yeme bozukluklarının çoğu, beden algısı ve sosyal çevrenin etkileriyle ilişkilidir. Bu nedenle okullarda ve gençlik merkezlerinde beden saygısı, sağlıklı beslenme ve öz kabul konularını işleyen eğitim programlarının varlığı önleyici rol oynar. Ailelerin aşırı kilo takıntısı, dış görünüşe dair yargılayıcı tutumları veya mükemmeliyetçi beklentileri, çocuğun ileride anoreksiya ya da bulimiya geliştirme ihtimalini artırabilir. Ebeveynlere çocukla şefkatli iletişim kurma, dengeli beslenme ve duygusal paylaşım konularında rehberlik sunmak yararlı olur.

Medya ve moda sektörünün sorumlu yayıncılık benimsemesi, mükemmel beden illüzyonundan uzaklaşıp çeşitliliği ve sağlıklı kiloyu öne çıkaran örnekler sunması gerekir. Yazılı, görsel ve dijital medya ortamları, genç zihinlerde zayıflığın mutluluk ve başarıyla özdeşleştirildiği algıyı pekiştirmemelidir. Farklı vücut tiplerini kapsayan, bedensel farklılıklara saygıyı vurgulayan kampanyalar, yeme bozukluklarının yaygınlığını azaltmaya destek olabilir. Toplum olarak fiziksel görünüm odaklı konuşmalar yerine karakter özelliklerini, yetenekleri ve üretkenliği öne çıkaran yaklaşımlar benimsenmelidir.

Rehabilitasyon ve uzun vadeli takip​


Yeme bozukluklarının tedavisi, ne yazık ki kısa süreli bir müdahale ile neticelenmeyebilir. Özellikle anoreksiya nervoza, tekrarlama (relaps) oranının yüksek olduğu, bazen yıllar boyu dalgalanan seyre sahip bir tablodur. Bu süreçte hastanın sosyal yaşamı, mesleki kimliği, aile ilişkileri ve duygusal dengesi sürekli gözetim altında tutulur. Tedaviden iyileşme elde eden bireyler dahi stresli olaylarda veya yaşam geçişlerinde geriye dönüş sinyalleri gösterebilir. Dolayısıyla düzenli terapötik destek almak, kritik dönüm noktalarında danışmana ulaşabilmek, gruplar veya çevrimiçi destek toplulukları ile bağlantıda kalmak büyük önem taşır.

Fiziksel açıdan sağlıklı kiloya ulaşılsa bile, beden algısı bozukluğu veya kilo korkusu kalıntıları bulunabilir. Hastanın egzersiz yapma alışkanlığına dair denge kurması, aşırı veya yetersiz egzersiz davranışı göstermemesi için uzmana danışması önemlidir. Bazıları uzun vadede bile yiyeceklerle veya öğün düzeniyle kaygı yaşayabilir. Bu kaygıların üstesinden gelmek için davranış teknikleri, bilinçli farkındalık (mindfulness), gevşeme egzersizleri, öz şefkat ve olumlu iç konuşma stratejileri önerilir. Ailenin, arkadaşların ve sosyal çevrenin desteği, hastanın motivasyonunu artırır. Hastaların özgüven inşası, yeni hobiler ve ilgi alanları keşfetmesi, yaşam doyumunu yükseltecek hedefler belirlemesi de stabil iyileşmenin parçalarıdır.

Yeni araştırma eğilimleri ve gelecek uygulamaları​


Yeme bozuklukları alanında sinirbilimsel, genetik ve epigenetik araştırmalar hız kazanır. Beyin görüntüleme yöntemleri, anoreksiya ve bulimiyadaki ödül döngüsü, dürtü kontrol mekanizmaları ve beden imgesi işleme süreçlerine dair daha fazla bilgi sunar. Bu sayede hangi beyin devrelerinin disfonksiyon gösterdiği, dopamin ve serotonin reseptör aktivitesinin nasıl değiştiği daha iyi anlaşılabilir. Genetik çalışmalar, belirli gen varyantlarının yeme bozukluğu riskini artırdığını ve çevresel etkileşimlerle bu riskin nasıl somutlaştığını araştırır. Epigenetik perspektif, stresli yaşam olaylarının veya travmanın belirli gen ifadelerini etkileyerek bozuk yeme davranışına yatkınlığı nasıl tetiklediğine ışık tutar.

Tedavi inovasyonları, dijital platformlar aracılığıyla kendi kendine yardım programlarını yaygınlaştırabilir. Online terapiler, sanal destek grupları, mobil uygulamalar ve tele-psikiyatri hizmetleri, hasta için esnek bir ortam sunar. Kişiselleştirilmiş beslenme planları ve duygu izleme uygulamaları, atakları önceden fark etmek ve müdahale etmek için kullanılabilir. Yeme bozukluklarına eşlik eden vücut dismorfik bozukluğu, anksiyete ve travma öyküleri gibi ek tanılar da yeni terapi modaliteleri (EMDR, şema terapisi, içgörü odaklı terapiler) üzerinden ele alınır. Farmakolojik alanda, hedefe yönelik tedaviler, hormon düzenleyici ilaçlar veya nöral devreleri modüle eden moleküller üzerine deneyler devam eder.

Bütün bu araştırmalar ve uygulamalar gösteriyor ki yeme bozuklukları, sadece tek bir yönüyle çözülemeyecek kadar karmaşık ve çok boyutlu psikiyatrik rahatsızlıklardır. Özellikle ergenler, genç yetişkinler ve kadın popülasyonda yüksek prevalansı olması, erken tarama, eğitim ve koruyucu stratejilere odaklanmayı gerektirir. Yeme bozuklukları, kişinin biyolojik ihtiyaçlarıyla ruhsal süreçlerinin kesiştiği derin bir çatışmayı simgeler. Kişinin bedeniyle barışık olabilmesi, duygularını ve stresini sağlıklı kanallardan ifade edebilmesi, toplumsal baskıların farkında olarak öz benliğini koruyabilmesi temel hedeftir. Bu bakış açısıyla geliştirilen kapsamlı programlar, yeme bozukluklarının önüne geçmek ve oluşan tablonun tedavisinde kalıcı başarı sağlamak adına umut vadeder.
 

Öne çıkan içerik

Trend içerik

Üyeler çevrimiçi

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum istatistikleri

Konular
307
Mesajlar
310
Üyeler
5
Son üye
Çiğdem Akbaş
shape1
shape2
shape3
shape4
shape5
shape6
Geri
Tepe