Tıbbi Sözlük

Hoş geldiniz, tibbisozluk.com Sağlıklı yaşam sosyal paylaşım platformudur. Sağlık hakkındaki kararlarınızı mutlaka bir hekim'e danışarak veriniz. Tüm soru görüş ve önerileriniz için info@tibbisozluk.com a mail atabilirsiniz. Üye olarak Tıbbi Sözlük'ün tüm özelliklerinden faydalanabilinirsiniz.

Soru sor

Sorular sorun ve yanıtlar alın

Online Psikolog

Uzman Klinik Psikolog Çiğdem Akbaş

Bize Ulaşın

Site yönetimine yazın

Profesyonel Web Sitesi

Profesyonel bir web sitesi için tıklayın.

Uluslararası Sağlık Tüzüğü (IHR) ve Uygulamaları

tibbisozluk

Administrator
Personel
Katıldı
22 Aralık 2024
Mesajlar
303
Tepki puanı
0
Puanlar
16

Uluslararası sağlık tüzüğü (ihr) ve uygulamaları​


Uluslararası sağlık tüzüğü (International Health Regulations - IHR), Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) üyesi devletlerin, küresel halk sağlığı tehditlerini önleme, tespit etme ve bunlara yanıt verme çabalarını koordine etmek amacıyla üzerinde uzlaştıkları bir hukuksal çerçevedir. Tarihi kökleri 19. yüzyıla kadar uzanan uluslararası karantina uygulamalarına dayansa da, modern haliyle IHR, bulaşıcı hastalıklara ve diğer halk sağlığı risklerine karşı ülkelerin işbirliği yapmasını sağlayacak normatif düzenlemeler içerir. Bu tüzük, ulusal egemenlik ilkesine saygı duymakla birlikte, küresel sağlık güvenliği açısından ortak eylemin önemini de vurgular. İlgili devletlere, salgın hastalıklar veya kimyasal, biyolojik, radyo-nükleer olaylar gibi acil durumlarda hızlı ve etkin müdahalede bulunmak için rehberlik eder. Tüzük, 2005 yılında kapsamlı bir revizyona uğramış ve 2007’den itibaren yürürlüğe konmuştur. Bu revizyonla birlikte, uluslararası çapta önem taşıyan halk sağlığı acil durumlarının daha geniş bir yelpazede ele alınması sağlanmıştır. Günümüzde IHR, devletlerin DSÖ’ye belirli hastalık olaylarını veya beklenmeyen acil durumları bildirme zorunluluğunu ve birlikte hareket etme esaslarını düzenleyen temel araçlardan biri konumundadır.

ihr’nin tarihsel gelişimi​


Uluslararası sağlık tüzüğünün temelleri, 19. yüzyıldaki uluslararası karantina konferanslarına kadar uzanır. Özellikle kolera, veba ve sarıhumma gibi büyük salgın hastalıkların deniz yollarıyla taşınarak kıtalar arasında yayılması, Avrupa ve ötesinde sık sık toplumsal krizlere yol açmıştı. Bu yüzden 1851 yılında Paris’te ilk kez toplanan Uluslararası Sağlık Konferansı, çeşitli ülkeler arasında karantina ve salgın bildirimi kurallarını uyumlaştırmayı amaçladı. Ancak devletlerin egemenlik kaygıları ve salgınlara karşı izlenecek ortak politikaların belirlenmesinde yaşanan güçlükler, bu çabaların yavaş ilerlemesine neden oldu.

20. yüzyılın başlarına dek süren konferanslar sonucu, salgın hastalıklara dair sınırlı sayıda hastalık bildirim protokolü oluşsa da kapsam oldukça dardı. 1948’de DSÖ’nün kuruluşuyla birlikte, uluslararası sağlık düzenlemelerini tek çatı altında toplama gerekliliği gündeme geldi. O dönem “Uluslararası Sağlık Tüzüğü” olarak isimlendirilen belgede, kolera, veba, sarıhumma ve çiçek gibi hastalıkların DSÖ’ye raporlanması ve belirli karantina önlemlerinin alınması öngörülmekteydi.

Zaman içinde dünya ticaretinin ve seyahatlerin artması, yeni hastalıkların ortaya çıkması ve mikrobiyoloji ile virolojideki ilerlemeler, uluslararası sağlık düzenlemelerinin kapsamının dar kaldığını gösterdi. Özellikle 1990’larda yaşanan Ebola salgınları ve 2003’teki SARS (Şiddetli Akut Solunum Yolu Sendromu) salgını, DSÖ’yü ve üye devletleri uluslararası sağlık işbirliğinin eksiklikleri konusunda uyardı. Bu deneyimlerin ışığında, 2005 yılında IHR’nin kapsamlı bir revizyonu yapılarak, sadece belirli hastalıkları değil, “uluslararası önemi haiz halk sağlığı acil durumlarını” içine alan bir yaklaşım benimsendi. 2007’de yürürlüğe giren yeni metin, acil durumların erken saptanması ve hızlı bildirimi için detaylı hükümler getirdi. Aynı zamanda devletlere “Ulusal Odak Noktası” (National IHR Focal Point) olarak anılan iletişim mekanizmalarını kurma sorumluluğu yükledi. Böylece DSÖ ve ülkeler arasındaki bilgi akışının hızlanması hedeflendi.

ihr’nin kapsamı, ilkeleri ve yükümlülükleri​


IHR, bir ülkenin sınırları içerisinde ortaya çıkan bulaşıcı hastalıklardan biyolojik, kimyasal veya radyo-nükleer kaynaklı olaylara kadar çeşitli halk sağlığı tehditlerini kapsar. Anlaşmanın felsefesinde, halk sağlığı önlemlerinin, uluslararası seyahat ve ticaret üzerinde gereksiz kısıtlamalar getirmeden ve temel insan haklarına saygı göstererek uygulanması esası yatar. Temel ilkelerinden biri orantılılık ve şeffaflıktır. Yani bir ülke, salgın riski taşıyan yolcular veya mallara karşı önlemler alırken, bilimsel temelli ve orantılı tedbirler uygulamak zorundadır. Aşırı kısıtlama veya ayrımcı uygulamalar, IHR ruhuna aykırı kabul edilir.

Sözleşmenin kritik unsurlarından biri, “uluslararası önemi haiz halk sağlığı acil durumu” (Public Health Emergency of International Concern - PHEIC) ilanı mekanizmasıdır. DSÖ, üye devletlerden aldığı bilgilere dayanarak, global düzeyde tehdit teşkil eden bir salgın veya olay tespit ederse, PHEIC ilan edebilir. Böylece tüm üye devletler bu acil duruma dikkat kesilir, DSÖ’nün yayımladığı geçici tavsiyelere uymaya çabalar. PHEIC ilanı, teknik ve diplomatik bir süreç olduğundan, DSÖ Genel Direktörü, Acil Durum Komitesi ile istişare ederek karar verir. Komite, salgının coğrafi yayılımı, etkilenen kişi sayısı, hastalığın öldürücülük oranı ve halk sağlığı kapasitesi gibi faktörleri göz önünde bulundurur.

IHR, devletlere üç temel alanda yükümlülük getirir. Birincisi, “tespit, bildirim ve yanıt” süreçleridir. Ülkeler, sınırları içinde potansiyel halk sağlığı acil durumlarını hızlıca tespit edecek ve DSÖ’ye 24 saat içinde bildirecek kapasiteyi oluşturmakla mükelleftir. İkinci yükümlülük, “uluslararası hava, deniz ve kara giriş noktalarında temel sağlık önlemlerinin sağlanmasıdır.” Örneğin havaalanlarında yolcuların ateşinin ölçülmesi, gemilerde sağlık belgelerinin düzenlenmesi veya limanlarda çevre sağlığı önlemleri buna dahildir. Üçüncü olarak “bilimsel temelli halk sağlığı tedbirleri” benimseme görevi öne çıkar. Devletler, hastalık yayılma riskini en aza indirecek şekilde kanıta dayalı politikalar uygulamalı, keyfi kısıtlamalardan kaçınmalıdır.

uluslararası önem taşıyan halk sağlığı acil durumu (pheic)​


PHEIC (Public Health Emergency of International Concern) kavramı, 2005 revizyonu ile IHR’ye dahil edilmiş en önemli yeniliklerden biridir. DSÖ, küresel düzeyde veya birden çok bölgeyi etkileyen, uluslararası seyahat ve ticaret üzerinde ciddi sonuçlar doğurabilecek halk sağlığı tehditleri için bu ilanı yapar. Bu ilan, DSÖ Genel Direktörü tarafından “Acil Durum Komitesi”nin tavsiyesi üzerine gerçekleştirilir. Komite, epidemiyoloji, viroloji, aşı geliştirme, halk sağlığı yönetimi gibi alanlarda uzmanlaşmış uluslararası uzmanlardan oluşur.

PHEIC ilanı, salgını ya da acil durumu kendi başına sonlandırmaz; ancak küresel bilinci artırır ve DSÖ’nün geçici tavsiyeler yayımlamasına olanak tanır. Bu tavsiyeler, seyahat ve ticaret kısıtlamalarının kapsamından, aşılama veya karantina stratejilerine kadar uzanan bir yelpazeyi kapsar. Devletlere yol gösterici nitelik taşır ancak bağlayıcılığı sınırlıdır. Yine de PHEIC ilanları, devletlerin krize yönelik daha koordineli ve hızlı tepki vermesini tetikleyebilir. Örneğin 2009’daki H1N1 domuz gribi salgını, 2014-2016 Batı Afrika Ebola salgını, 2016’daki Zika virüsü salgını ve 2020’de COVID-19 pandemisi, DSÖ’nün PHEIC ilan ettiği büyük olaylardır.

PHEIC kararlarının politik boyutu da vardır. Bazı ülkeler, kendi topraklarındaki salgını veya halk sağlığı riskini DSÖ’ye bildirmekten çekinebilir, turizm veya ticari kayıplardan kaygı duyabilir. Bu durum, geç kalınmış bildirimlere ve salgının küresel düzeyde daha zor kontrol edilmesine neden olabilir. IHR, bu kaygıları gidermek adına verilerin şeffaf şekilde paylaşılmasını teşvik eder ve üye devletlere “köken ülke”yi cezalandırıcı önlemlerden kaçınma sorumluluğu yükler. Ancak uluslararası ilişkilerdeki güç dengeleri veya medyanın rolü, bu sürecin daima sorunsuz işlemediğini göstermektedir.

ihr uygulamalarındaki zorluklar ve eleştiriler​


Uluslararası sağlık tüzüğü’nün uygulamasında çeşitli güçlüklerle karşılaşılır. Birincisi, birçok ülke temel halk sağlığı alt yapısında eksikliklere sahiptir. Epidemiyolojik sürveyans sistemleri, laboratuvar kapasitesi, uzman yetiştirme ve bütçe gibi unsurlarda yeterli olmayan devletler, tespit ve erken uyarı konusunda yetersiz kalabilir. Bu da DSÖ’ye geç bildirim veya eksik raporlama gibi sorunlar doğurur. IHR, teori düzeyinde kapsamlı düzenlemeler sunsa da pratikte, devletlerin kendi sağlık sistemlerini güçlendirmeleri zaman ve mali kaynak gerektirir.

İkinci önemli zorluk, devletlerin egemenlik haklarına dair hassasiyetlerdir. Ülkeler, uluslararası kuruluşların müdahalelerine çekinceli yaklaşabilir. IHR, DSÖ’ye kendi topraklarında doğrudan inceleme yapma yetkisi vermez; ülkenin onayı gerekir. Bazı durumlarda siyasi nedenlerle DSÖ uzmanlarının saha incelemesine izin verilmeyebilir veya geciktirilir. Bu da salgının büyümesine yol açabilir. Ayrıca DSÖ’nün PHEIC ilanında siyasetin etkili olduğu, bazı salgınların geç ilan edildiği veya ilanlarda çifte standart olduğu iddiaları zaman zaman dile getirilmiştir.

Bir diğer eleştiri, PHEIC ilanından sonra devletlerin aldığı önlemlerin sıklıkla DSÖ tavsiyeleriyle çelişmesi veya orantısız olmasıdır. Örneğin Ebola salgını sırasında bazı ülkeler Batı Afrika ülkelerine tüm uçuşları durdurmuş, hatta bu ülkelerden gelen yolculara vize yasağı getirmiştir. DSÖ ise böyle kapsamlı yasaklamaların salgın kontrolüne katkısının sınırlı olabileceğini, aksine insani yardımların ve uzmanların bölgeye erişimini engelleyebileceğini savunmuştur. Yine COVID-19 sürecinde pek çok ülke, DSÖ rehberleriyle uyumsuz çeşitli seyahat kısıtlamalarına veya karantina uygulamalarına yönelmiş, bu da eşgüdüm eksikliğini ortaya koymuştur.

Bunun dışında IHR’nin finansal boyutu da tartışmalıdır. Zayıf ekonomilere sahip ülkeler, sınır kapılarında ve limanlarda gerekli halk sağlığı önlemlerini alabilmek için ek kaynaklara ihtiyaç duyar. DSÖ ise büyük ölçüde üye aidatları ve gönüllü bağışlardan fonlanır; bu fonlar genellikle yetersiz kalır. Bu nedenle yoksul ülkelerin kapasite geliştirme projelerine yapılan destek sınırlı olur ve IHR hedefleri kâğıt üzerinde kalma riskiyle karşılaşır.

örnek vaka: ebola salgınlarında ihr’nin rolü​


2014-2016 Batı Afrika Ebola salgını, IHR’nin pratikte en ciddi sınandığı olaylardan biri olarak öne çıkar. Gine’de başlayan salgın, kısa sürede Liberya ve Sierra Leone gibi komşu ülkelere yayıldı. Bölge ülkeleri, tarihsel olarak zayıf halk sağlığı altyapıları ve ekonomik yoksunlukla biliniyordu. Erken teşhis ve kontrol mekanizmaları yetersiz kaldı. İthal laboratuvar malzemesi, eğitilmiş personel ve karantina tesisleri konusunda ciddi açıklar mevcuttu. Bu durum salgının binlerce insanın ölümüne yol açan büyük bir krize dönüşmesine zemin hazırladı.

DSÖ ise salgının başlangıç aşamasında yeterli ciddiyetle yaklaşmamakla ve geç PHEIC ilan etmekle eleştirildi. Ağustos 2014’te resmi olarak PHEIC ilan edildiğinde, zaten binlerce vaka ortaya çıkmış ve salgın toplumsal yapıyı derinden etkilemişti. Yoksulluk, yerel halkın sağlık çalışanlarına güvensizliği ve kültürel faktörler, Ebola ile mücadeleyi daha da karmaşık hale getirdi. IHR kapsamında, uluslararası toplumun hızla harekete geçerek bölgeye tıbbi ekipler, laboratuvar altyapısı ve lojistik destek göndermesi bekleniyordu. Ancak bu yardımlar çeşitli bürokratik engeller ve koordinasyon eksikliği nedeniyle gecikti.

Sonuçta, salgınla etkin şekilde mücadele edilememesi, IHR’nin acil durumlarda DSÖ ve ülkeler arasındaki bilgi paylaşımını, müdahale hızını ve finansal kaynak mobilizasyonunu iyileştirme kapasitesini sorgulattı. Yine de IHR, salgının komşu ülkelerde büyük ölçüde sınırlı kalmasına ve salgına dair verilerin nihayetinde DSÖ’ye aktarılmasında önemli rol oynadı. Salgının kontrol altına alınmasından sonra, DSÖ uluslararası ekipler ve bağımsız uzmanlarla değerlendirmeler yaparak IHR mekanizmalarının geliştirilmesi gerektiğini vurguladı. Böylece acil durum komuta sistemleri, saha incelemeleri ve laboratuvar ağlarının güçlendirilmesi gibi alanlarda yeni inisiyatifler başlatıldı.

örnek vaka: covid-19 ve ihr’nin görünürlüğü​


2020 başında, Çin’in Hubei eyaletine bağlı Wuhan şehrinde ortaya çıkan SARS-CoV-2 virüsü, kısa sürede global bir pandemiye dönüştü. DSÖ, 30 Ocak 2020’de COVID-19 için PHEIC ilan ettiğinde vaka sayısı dünya genelinde henüz düşük sayıdaydı, ancak virüsün bulaş hızı ve potansiyel tehdidi endişe yaratıyordu. Bu PHEIC kararı, DSÖ’nün acil durum mekanizmalarını devreye soktu, ancak birçok ülke başlangıçta riski hafife aldı veya önlemleri geciktirdi. Mart 2020’ye gelindiğinde DSÖ, COVID-19’u “pandemi” olarak nitelendirdi.

IHR, bu süreçte devletlerin DSÖ’ye hızlı bilgi raporlaması, seyahat ve ticaret önlemlerini bilimsel temelde uygulamaları ve uluslararası işbirliğine açık olmaları çağrısında bulundu. Ancak uygulamada farklı ülkeler DSÖ tavsiyelerine ve IHR ilkelerine uyum konusunda farklı tutumlar sergiledi. Pek çok ülke uluslararası uçuşları tamamen durdurdu, sınır kapılarını kapattı veya kapsamlı karantinalar uyguladı. Diğer yandan Çin’in salgın raporlamasının başlangıçta yeterince şeffaf olmadığı, DSÖ’nün de bunu sorgulamakta geç kaldığı iddiaları ortaya atıldı. Bazı ülkeler, DSÖ’yü salgını ciddiye almakta gecikmekle suçladı. Tüm bu tartışmalar, IHR’nin uluslararası krizlerdeki konumunu yeniden gündeme taşıdı.

Bununla birlikte COVID-19, IHR’nin gerekliliğini de gözler önüne serdi. Virüsün birkaç ay içinde tüm dünyaya yayılması, global seyahat ve ticaretin durma noktasına gelmesi, tıbbi malzeme ve aşı dağıtımındaki dengesizlikler, “halk sağlığı acil durumları”nın artık lokal değil, evrensel bir mesele olduğunu kanıtladı. IHR sayesinde DSÖ, her hafta düzenlediği basın toplantıları ve teknik rehberlerle dünya çapında iletişim kurabildi. Devletler, DSÖ’nün veri tabanlarına erişerek diğer ülkelerdeki vaka ve ölüm rakamlarını takip edebildi. Bu kolektif çaba, aşı geliştirmenin hızlanmasına ve uluslararası Ar-Ge işbirliğinin artmasına da katkı sağladı. Sonuçta salgınla mücadele tam anlamıyla istenen hızda gerçekleşmese de, IHR mekanizmaları olmaksızın uluslararası bilgi akışının çok daha zor olacağına dair yaygın bir kanı oluştu.

ihr çerçevesinde temel teknik kapasite gereklilikleri​


IHR’ye göre devletler, halk sağlığı olaylarını tanıma, bildirme ve yanıt verme yetkinliklerini geliştirmek amacıyla temel teknik kapasitelere sahip olmalıdır. Bu kapasiteler, DSÖ’nün “izleme, bildirim, doğrulama, yanıt ve işbirliği” çerçevesinde tanımlanmıştır. İlk olarak izleme kapasitesi, ülkenin potansiyel salgın belirtilerini hızlıca algılayacak ulusal bir sürveyans sistemini gerektirir. Laboratuvarlar, sağlık kurumları ve epidemiyolojik veri toplama ağları güçlendirilmelidir. Bildirim kapasitesi, elde edilen verilerin gecikmeksizin DSÖ’ye ve ilgili ulusal kurumlara aktarılmasını zorunlu kılar. Bunun için ulusal IHR Odak Noktası birimi 7 gün 24 saat esasına göre faaliyet göstermelidir.

Doğrulama aşamasında, toplanan verilerin güvenilirliğini ve hastalığın doğasını tespit için laboratuvar testlerine gerek duyulur. Özellikle yeni patojenlerin genetik analizi, moleküler tanı testleri ve dizileme teknolojileri kritik önem taşır. Yanıt kapasitesi ise, bir salgın durumunda hızla saha ekiplerini seferber edecek, izole alanlar oluşturacak, enfekte kişilerin temaslılarını takip edecek bir idari ve lojistik organizasyon becerisini gerektirir. Koruyucu ekipman stoklarının yönetimi, ilaç ve aşı tedariki de bu kapasitenin parçasıdır.

İşbirliği alanında, devletlerarası veri paylaşımı ve uluslararası uzman desteğinin kabulü kilit unsurlardır. DSÖ ve diğer kuruluşlardan gelen teknik ekiplerin hızla devreye girmesi, komşu ülkeler arasındaki sınır koordinasyonunun sağlanması ve ortak araştırmaların yürütülmesi gibi uygulamalar, salgınla mücadelede işbirliğinin önemini gösterir. IHR, bu kapasitelerin iyileştirilmesini sürekli bir süreç olarak görür ve üye devletleri düzenli periyotlarla kendi durumlarını değerlendirmeye, DSÖ ile eylem planları oluşturmaya teşvik eder.

ihr reformu ve gelecek perspektifleri​


COVID-19, SARS, MERS, Ebola ve Zika gibi salgın deneyimlerinden çıkarılan dersler, IHR’nin daha da geliştirilmesi gerektiğine işaret eder. Birçok uzman, DSÖ’ye daha fazla yetki verilmesi, örneğin acil durumlarda ülke onayına gerek kalmadan sahada incelemeler yapabilmesi gibi önlemlerin gündeme gelmesini savunur. Ancak bu tür reformlar, egemenlik ve diplomatik hassasiyetler nedeniyle tartışmalıdır. Bazı ülkeler, DSÖ’nün ulusal sağlık politikalarına müdahale edici bir konuma gelmesinden endişe duyar. Öte yandan, küresel sağlık riskleri arttıkça, salgınların ekonomik ve sosyal maliyeti de yükselmektedir. Bu maliyetlerden kaçınmak, devletleri daha güçlü bir uluslararası hukuk düzeni arayışına itebilir.

Bu bağlamda “Pandemi Anlaşması” veya “Pandemi Antlaşması” gibi yeni bir uluslararası sözleşme oluşturma fikri, son yıllarda gündeme gelmiştir. Bu antlaşma, IHR’yi tamamlayıcı nitelikte olabilir veya IHR’yi yeniden yapılandırabilir. Özellikle aşıların geliştirilmesi ve paylaşımı, tıbbi ekipman tedariği, finansal kaynakların hızlı mobilizasyonu ve DSÖ’nün bağımsız inceleme yapabilmesi gibi konular, böyle bir antlaşmada ele alınabilir. Fakat bu adımların atılması, devletlerin ortak bir vizyon etrafında uzlaşmasını gerektirir. Ekonomik rekabet, jeopolitik gerilimler ve ulusal menfaatler, küresel sağlık güvencesi anlayışıyla her zaman örtüşmeyebilir.

Öte yandan IHR’nin gelecekte bulaşıcı hastalıklar dışında çevre felaketleri, iklim krizi kaynaklı afetler veya biyoterörizm riskleriyle ilgili hükümlerde revizyon görmesi de gündeme gelebilir. Halk sağlığına zarar veren her tür tehdidin, küresel işbirliğini gerektirdiği açıktır. DSÖ, bugüne kadar esas olarak bulaşıcı hastalıklar üzerine odaklansa da kimyasal kazalar, radyasyon sızıntıları gibi olaylarda da IHR prensiplerinin uygulanması tecrübe edilmiştir. Bu kapsamın genişletilmesi, yeni risklerin de tüzük tarafından tanımlanması anlamına gelebilir.

ihr ve ulusal mevzuatların uyumu​


IHR, uluslararası bir anlaşma olsa da pratikte her ülkenin ulusal mevzuatında karşılık bulması gerekir. Ülkeler, tüzüğün getirdiği yükümlülükleri uygulamaya koymak için kendi iç hukuklarında düzenlemeler yapmak durumundadır. Sağlık bakanlıkları, gümrük ve sınır kontrol birimleri, tarım ve hayvancılık kurumları, çevre ve sivil savunma teşkilatları gibi çok sayıda kurum IHR uygulamalarından sorumludur. Dolayısıyla hükümetin bütüncül bir yaklaşım benimseyerek yasal uyumu sağlaması önemlidir. Acil durum yönetimi, olağanüstü hal tedbirleri, kişisel verilerin korunması, seyahat ve ticaret düzenlemeleri gibi alanlarda IHR ilkeleriyle çelişen veya boşluklar yaratan hükümler giderilmelidir.

Örneğin, bir ülkede mevcut karantina kanunları çok eski olabilir ve modern hava ulaşımı ile taşınan yeni hastalık türlerine cevap veremeyebilir. Veya o ülkenin gümrük mevzuatında, uluslararası yardımların hızlı girişine izin verecek maddeler eksik olabilir. Böyle durumlarda devletler, DSÖ teknik desteği veya diğer uluslararası kuruluşların yardımıyla mevzuatlarını güncelleyebilir. IHR, ülkelerin egemenliğine doğrudan müdahale etmese de iç hukuktaki eksiklerin giderilmesinde itici güç olarak işlev görür.

yeni teknolojiler ve ihr’nin etkinliği​


Dijital teknolojideki gelişmeler, IHR’nin uygulanmasını daha etkili hale getirebilir. Örneğin, gerçek zamanlı salgın izleme yazılımları, vaka verilerinin otomatik analizleri, yapay zeka destekli tahmin modelleri, hastalıkların erken aşamada tespitine büyük katkı sunar. DSÖ, ülkelerden gelen verileri küresel bir veri platformunda toplar ve uluslararası uzmanların kullanımına açabilir. Bu sayede potansiyel salgınlara hızla müdahale edilebilir. Aynı şekilde mobil cihazlar ve akıllı telefon uygulamaları, vatandaşların sağlık durumlarını yetkililere bildirmelerine veya yakın çevredeki vaka sayılarını takip etmelerine olanak tanır. Böylece IHR çerçevesinde devletin vatandaşlarla etkileşimi güçlenir.

Biyoinformatik ve genetik dizileme teknolojileri de salgınların kökenini saptamada kritik rol oynar. Virüslerin evrimsel ağacı çıkarılarak coğrafi yayılım hızla analiz edilebilir ve aşılama stratejileri şekillendirilebilir. COVID-19 deneyimi, virüs varyantlarının takip edilmesinde dizilemenin ne kadar önemli olduğunu gösterdi. IHR, bu teknolojik yenilikleri destekleyici bir çerçeve sunar; ancak asıl uygulama, ülkelerin laboratuvar altyapılarını güçlendirmesi ve veri paylaşımında şeffaf davranmasıyla mümkündür.

ihr ve toplum katılımı​


IHR hükümleri, daha çok devletler arası ilişkiler ve DSÖ ile resmi iletişim üzerine odaklansa da toplum katılımı salgın yönetiminde belirleyici bir faktördür. Yüksek düzeyde şeffaflık ve bilgilendirme, halkın salgın önlemlerine riayet etmesini kolaylaştırır. IHR, hükümetlerin risk iletişimini etik ve açık bir biçimde yürütmesini dolaylı şekilde teşvik eder. Salgının boyutu, bulaş yolları ve alınması gereken tedbirler konusunda kamuoyunun düzenli ve bilimsel temelde bilgilendirilmesi, paniği önler ve yanlış bilginin yayılmasını engeller. Medya, sivil toplum kuruluşları ve akademik kurumlar, bu sürecin sağlıklı işlemesinde işbirliği yapmalıdır.

Toplum katılımının düşük olduğu durumlarda, komplo teorileri veya aşı karşıtlığı gibi akımlarla mücadele zorlaşır. Kamuoyunun hızlı yanıtı gerektiren büyük salgınlarda yanlış bilgilendirme (infodemi) ciddi bir tehdit haline gelebilir. DSÖ, COVID-19 döneminde infodemiyle mücadele için çeşitli rehberler yayınlamış, sosyal medya platformlarıyla işbirliği arayışına girmiştir. Ancak dezenformasyon, IHR’nin doğrudan düzenlediği bir konu değildir. Burada devletlerin ve medya kuruluşlarının sorumluluğu ön plana çıkar.

sonuç ve değerlendirme​


Uluslararası sağlık tüzüğü (IHR), devletlerin ve DSÖ’nün küresel halk sağlığı acil durumlarına karşı ortak eylemini düzenleyen merkezi bir mekanizmadır. Tarihsel arka planı, salgın hastalıklarla mücadeledeki deneyimlere ve uluslararası karantina politikalarına dayanır. Modernleşmiş haliyle IHR, her ülkenin erken uyarı, sürveyans, bildirim ve yanıt kapasitesini güçlendirmeyi, bilimsel temelli ve orantılı önlemlerle küresel sağlık güvenliğini korumayı hedefler. Salgınların seyahat ve ticaret üzerinde oluşturduğu kısıtlamaları, insan haklarına saygı çerçevesinde minimize etmek, tüzüğün bir diğer odağıdır.

Bununla birlikte IHR’nin uygulamasında çeşitli sıkıntılar yaşanır. Yetersiz altyapı, siyasi çekinceler, geç bildirim, finansal kaynak eksikliği ve DSÖ ile devletler arasındaki koordinasyon sorunları, salgınların kontrolünü güçleştirebilir. Ebola, Zika ve COVID-19 gibi acil durumlar, IHR’nin hem önemini hem de mevcut limitlerini açığa çıkarmıştır. İdeal koşullarda devletlerin, DSÖ’nün ve sivil toplumun tam işbirliği içinde, şeffaf veri paylaşımı ile halk sağlığını öncelemesi gerekir. Ancak ulusal egemenlik, ekonomik çıkarlar ve siyasi hesaplar, bu işbirliğini her zaman zorlamaktadır.

Gelecekte, IHR’nin reformu veya tamamlayıcı bir “Pandemi Anlaşması” girişimi üzerinde durulması muhtemeldir. Halk sağlığı acil durumlarının artan sıklığı ve küresel düzeydeki etkileri, DSÖ’nün ve devletlerin yetki ve kapasite konusundaki eksiklikleri daha görünür kılar. Ayrıca biyoteknolojik ilerlemeler, yapay zeka destekli sürveyans ve dijital sağlık çözümleri, salgın yönetimini dönüştürmeye adaydır. IHR, bu gelişmelerin ana prensiplerini çerçeveleyen uluslararası bir kılavuz olarak varlığını sürdürmekte olup, devletlerin iç hukuku ve kurumlarıyla uyum içinde çalıştığında daha etkili hale gelmektedir.

Tüm bu değerlendirmeler ışığında, IHR’nin büyük ölçüde eşgüdüm ve güvene dayalı bir mekanizma olduğu söylenebilir. Salgınlar ve doğal/insani felaketler, insan toplumlarının iç içe geçmişliğini her zamankinden daha fazla kanıtlamaktadır. Küresel sağlık güvenliği, yalnızca güçlü bir uluslararası sağlık düzenlemesiyle sağlanabilir. IHR, bu alandaki mevcut en kapsamlı çatı metin olarak, sık sık güncellenmeye ve uygulamada güçlenmeye ihtiyaç duymaktadır. Zira yeni hastalıklar veya biyolojik tehditler ortaya çıktıkça, dünya toplumlarının korunması için hızlı, şeffaf ve işbirlikçi bir refleks göstermek giderek daha zorunlu hale gelecektir.
 

Öne çıkan içerik

Trend içerik

Üyeler çevrimiçi

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum istatistikleri

Konular
307
Mesajlar
310
Üyeler
5
Son üye
Çiğdem Akbaş
shape1
shape2
shape3
shape4
shape5
shape6
Geri
Tepe