- Katıldı
- 22 Aralık 2024
- Mesajlar
- 303
- Tepki puanı
- 0
- Puanlar
- 16
Uluslararası aşı çalışmaları ve kampanyalar
Küreselleşme çağında, bulaşıcı hastalıkların sınır tanımadan hızla yayılabilmesi ve insan sağlığını tehdit etmesi, uluslararası düzeyde etkin aşı çalışmaları ve kampanyalarının önemini giderek artırmaktadır. Hastalıkların yok edilmesi, kontrol altına alınması ve ölüm oranlarının düşürülmesi konusunda aşıların katkısı tartışılmaz derecede büyüktür. Tarihsel olarak çiçek hastalığı, tıp biliminin örgütlü aşı programlarıyla tamamen yok ettiği en çarpıcı örneklerden biridir. Kızamık, polio (çocuk felci), tetanoz ve difteri gibi hastalıklarda da küresel çapta önemli başarılar sağlanmıştır. Günümüzde aşıların geliştirilme süreçleri, üretim teknolojileri ve dağıtım kampanyaları, devletler, uluslararası kuruluşlar, sivil toplum örgütleri ve ilaç endüstrisi arasındaki işbirliğiyle yürütülmektedir.
Bu bağlamda Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF), Gavi (Aşı İttifakı) ve çeşitli hükümetler önemli rol oynamaktadır. Aşılama programları, kamu sağlığını korumanın yanı sıra ekonominin ve toplumsal refahın sürdürülebilmesi açısından da kritik önemdedir. Özellikle yeni ortaya çıkan salgınlarda (örneğin COVID-19) küresel çapta sürdürülen hızlı aşı geliştirme çabaları, modern bilimin gelmiş olduğu noktayı ve uluslararası işbirliğinin acil durumlarda ne kadar etkili olabileceğini göstermiştir. Yine de aşıya erişimdeki eşitsizlikler, lojistik sorunlar ve aşı karşıtlığı gibi faktörler, bu çabaları zaman zaman sekteye uğratmaktadır. Bu metinde, uluslararası aşı çalışmalarının tarihsel gelişiminden, güncel kampanya örneklerinden ve yaşanan zorluklardan bahsedilecek; gelecek perspektifleri de akademik çerçevede değerlendirilecektir.
Tarihsel çerçevede uluslararası aşı işbirliği
Aşıların ilk kez sistematik olarak kullanıldığı dönem, 18. yüzyılın sonlarına denk gelmektedir. Edward Jenner’ın çiçek hastalığına karşı geliştirdiği aşı, tıp tarihinde bir dönüm noktası olmuş ve hastalıklara karşı bağışıklık kazandırma fikri büyük ilgi görmüştür. 19. yüzyıl boyunca aşı teknolojisi yavaş ancak kararlı adımlarla gelişmeye devam etmiştir. Louis Pasteur’ün kuduz aşısı, bilim dünyasında öne çıkan bir diğer başarıdır. Bu dönemde henüz küresel kurumlar yoktu ve aşılar genellikle yerel ölçekli ya da ulusal düzeyde uygulanmaktaydı.
20. yüzyılın başları, hızla gelişen ulaşım ve artan uluslararası temas nedeniyle bulaşıcı hastalıkların daha geniş popülasyonlarda boy göstermesine tanık olmuştur. İlk defa 1920’lerde Milletler Cemiyeti Sağlık Organizasyonu adıyla kurulan yapı, salgın hastalıkların izlenmesi ve raporlanması konusunda uluslararası işbirliği süreçlerine öncülük etmiştir. İlerleyen yıllarda İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Birleşmiş Milletler çatısı altında kurulan Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), küresel sağlık sorunlarının koordine edilmesi ve üye devletler arasında bilgi paylaşımının sağlanmasıyla aşı çalışmalarının güçlenmesinde kilit aktör haline gelmiştir.
Çiçek hastalığı eradikasyonu, DSÖ’nün liderliğinde yürütülen ve sonuca ulaşan ilk büyük küresel aşı kampanyasıdır. Bu projede, aşı stoklarının üretimi ve dağıtımı, sağlık çalışanlarının eğitimi ve hastalığın görüldüğü bölgelere hızlı müdahale temel alınmıştır. Kampanya sonucunda çiçek hastalığı 1979 yılında resmen ortadan kaldırılmış, bu da uluslararası aşı kampanyalarının başarısı açısından tarihi bir zafer olarak literatüre geçmiştir. Benzer şekilde polio ile mücadelede de önemli yol alınmış, dünya çapında birçok bölgede çocuk felci vakaları neredeyse sıfırlanmıştır. Fakat bu hastalık hala bazı sınırlı bölgelerde varlığını sürdürmektedir ve polio eradikasyonu için DSÖ, UNICEF ve diğer kurumlar yoğun çaba harcamaya devam etmektedir.
Güncel kurumlar ve inisiyatifler
Uluslararası aşı çalışmalarını koordine eden ve finanse eden birçok yapı bulunmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü, bilimsel çerçevede rehberlik ve danışmanlık sağlamanın yanı sıra, üye ülkelerin aşı politikalarının belirlenmesinde teknik destek verir. DSÖ aynı zamanda aşı güvenliğini ve etkinliğini izler, aşıların klinik deney aşamalarında belirli standartlara uyulmasını gözetir. Gavi, Aşı İttifakı, düşük gelirli ve orta gelirli ülkelerin aşı tedarik masraflarını destekleyen kamu-özel ortaklığı şeklinde faaliyet gösteren bir kuruluştur. 2000 yılında kurulan Gavi, aşıya erişimi artırmak ve yoksul toplumlarda çocuk ölümlerini azaltmak amacıyla önemli kaynaklar sağlamaktadır. Gavi’nin fonladığı projeler sayesinde milyarlarca doz aşı dünyanın farklı bölgelerine ulaştırılmıştır.
UNICEF, özellikle çocuklara aşı ulaştırma konusundaki lojistik operasyonları üstlenir. Bu kurum, birçok ülkede yerel sağlık altyapısıyla işbirliği içinde çalışarak aşılama kampanyalarının sahada uygulanmasına öncülük eder. Taşıma, saklama koşulları, soğuk zincirin korunması, sağlık personelinin eğitimi ve halkın bilgilendirilmesi gibi aşamalar UNICEF’in kapsamlı faaliyet alanına girer. Aşı kampanyalarının sadece aşı teminiyle bitmediği, aksine uygulamanın fiilen yapılması ve nüfusun buna ikna edilmesi gerektiği göz önünde bulundurulursa UNICEF’in rolü hayati önem taşır.
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP), Dünya Bankası ve çok sayıda sivil toplum kuruluşu da uluslararası aşı çalışmalarına finansal ve lojistik destekte bulunur. Ek olarak, ilaç endüstrisi, araştırma-geliştirme ve üretim kapasitesiyle sürecin merkezinde yer alır. Küresel düzeyde ilaç şirketlerinin DSÖ ve Gavi gibi yapılarla sürdürdüğü işbirliği, yeni aşıların hızlı biçimde geliştirilmesine, test edilmesine ve dağıtılmasına olanak tanımaktadır. Son yıllarda kâr amacı gütmeyen aşı girişimleri ve kamu-özel ortaklıkları da özellikle HIV, sıtma ve verem gibi hastalıklara karşı aşı adayları geliştirme çalışmalarını desteklemektedir.
Örnek kampanyalar: polio, kızamık ve HIV
Uluslararası aşı kampanyaları incelendiğinde, polio (çocuk felci) ile mücadele, en organize ve kalıcı çabalardan biri olarak öne çıkar. DSÖ, UNICEF, Rotary International ve Gavi gibi kurumların ortaklığıyla sürdürülen kampanyalarda, özellikle Afrika ve Güney Asya ülkelerine yoğunlaşılmıştır. Aşılama ekipleri, çatışma bölgeleri ve kırsal alanlar dahil olmak üzere zorlu coğrafyalara ulaşmaya çalışmış, ev ev dolaşarak çocukları aşılamıştır. Bu kampanyalar, polio vakalarının sayısında yüzde 99’un üzerinde bir düşüş sağlamış ancak hastalık Afganistan ve Pakistan gibi az sayıda ülkede tamamen eradike edilememiştir. Sahada süren siyasi istikrarsızlıklar ve çeşitli topluluklarda aşıya karşı güvensizlik, polio eradikasyonunun önündeki başlıca engeller arasındadır.
Kızamık da dünya çapında önemli bir bulaşıcı hastalıktır ve her ne kadar kızamık aşısı son derece etkili olsa da özellikle düşük aşılama oranlarına sahip bölgelerde ciddi salgınlara yol açabilmektedir. DSÖ ve UNICEF ortaklığında yürütülen kızamık aşı kampanyaları, birçok ülkede bebek ve çocuk ölümlerinin azalmasına doğrudan katkı sağlamıştır. Bazı bölgelerde ek olarak kızamık-kızamıkçık aşıları birleştirilmiş, böylece her iki hastalığın kontrolünde ilerleme kaydedilmiştir.
HIV (İnsan Bağışıklık Yetmezlik Virüsü) aşısına yönelik çabalar, tarihi itibariyle daha yenidir ve henüz kesin bir koruma sağlayan aşı kullanıma girmemiştir. Yine de DSÖ ve diğer kuruluşlar klinik deney aşamasındaki HIV aşı adaylarını desteklemekte, büyük ilaç firmaları ve araştırma merkezleri ile birlikte çalışmaktadır. Günümüzde HIV’e karşı en etkili strateji antiretroviral tedavi ve koruyucu önlemler olsa da uzun vadede HIV aşısı geliştirme hedefi, uluslararası kamu sağlığı gündeminde önemli bir yer tutar. Bu konuda yürütülen klinik çalışmalar, virüsün hızlı mutasyon geçirme özelliği ve immün sistem yanıtının karmaşıklığı nedeniyle zorlu bir araştırma süreci gerektirmektedir.
COVID-19 pandemisi ve aşı diplomasisi
COVID-19 salgını, 21. yüzyılın en büyük küresel sağlık krizlerinden biri olarak tarihe geçmiştir. DSÖ tarafından pandemi ilan edilmesinden kısa süre sonra, dünya genelinde laboratuvarlar ve ilaç şirketleri büyük ölçekli aşı geliştirme projelerine başlamıştır. Geleneksel aşı platformlarının yanı sıra mRNA ve vektör aşı teknolojileri, faz çalışmalarında hızlı yol katetmiş, normalde yıllar sürebilen aşı geliştirme süreçleri bir yıl gibi rekor sayılabilecek bir sürede aşıların acil kullanım onayı almasıyla sonuçlanmıştır. Bu süreçte ABD, Avrupa Birliği ülkeleri, Rusya ve Çin gibi ekonomik ve bilimsel altyapısı güçlü aktörler öne çıkmış, farklı aşı markalarının küresel ölçekte tedariki başlamıştır.
Salgının ağır etkileri, uluslararası işbirliğini ve aşı diplomasisinin önemini vurgulamıştır. Zengin ülkeler hızla toplu doz anlaşmaları yaparken, Gavi ve COVAX inisiyatifi gibi oluşumlar, aşıları düşük gelirli ülkelere de ulaştırmak için finansman ve lojistik destek sağlamaya çabalamıştır. Yine de aşı paylaşımları eşit olmamış, aşı milliyetçiliği tartışmaları gündeme gelmiştir. Birçok ülke ulusal stoklarını artırmak adına yüksek miktarda aşı siparişi vermiş, bu da küresel tedarik zincirlerinde dengesizlik yaratmıştır. Özellikle Afrika ve Güney Asya’da yoğun nüfuslu ülkeler, aşı tedarikinde uzun süre ciddi sıkıntılar yaşamıştır.
Buna ek olarak bazı ülkeler “yumuşak güç” stratejisi çerçevesinde kendi geliştirdikleri aşıları diplomatik araç olarak kullanmıştır. Çin ve Rusya, ürettikleri aşıları Latin Amerika, Afrika ve Orta Doğu’daki müttefik ülkelere düşük maliyetle veya hibe yoluyla sağlayarak siyasi nüfuzlarını güçlendirmeye çalışmıştır. Bu durum “aşı diplomasisi” kavramını uluslararası ilişkiler literatüründe daha görünür hale getirmiştir. Aşıların etkisi, yan etkileri, saklama koşulları ve lojistik gereksinimleri ise tartışmalara konu olmuş, iletişim kanallarının açık olması ve güvenilir bilimsel verilerin paylaşılması bir gereklilik olarak görülmüştür.
Aşıya erişimde eşitsizlik ve lojistik zorluklar
Uluslararası aşı çalışmalarında sıklıkla karşılaşılan bir başka önemli problem, ekonomik ve coğrafi eşitsizliktir. Özellikle Sahra Altı Afrika ve Orta Asya’nın kırsal bölgeleri gibi ekonomik gücü sınırlı ve altyapısı zayıf ülkelerde nüfusun önemli bir bölümü temel sağlık hizmetlerinden mahrum kalmaktadır. Aşıların ulaşması için gerekli soğuk zincirin sağlanması, yoğun karayolu veya demiryolu taşımacılığı gerektirebilen uzun mesafelerin kat edilmesi, sağlıklı depolama alanlarının olmaması gibi konular büyük zorluk yaratır.
Enerji altyapısının yetersizliği, elektrik kesintileri ve nakliye maliyetleri de soğuk zincirin devamını riske sokar. Bazı aşılar çok düşük ısılarda saklanmak zorundadır. Bu nedenle maliyetli ve sofistike lojistik yöntemleri kullanmak gerekir. Örneğin mRNA bazlı COVID-19 aşılarından bazıları -70°C civarında saklanması zorunluluğu nedeniyle gelişmiş soğutucu sistemler gerektirmiş ve bu durum pek çok düşük gelirli ülkenin aşılara erişimini daha da güçleştirmiştir.
Aşı tereddüdü (vaccine hesitancy) ve aşı karşıtlığı da aşılama oranlarını etkileyen sosyokültürel faktörler arasındadır. Bazı toplumlarda aşıların yan etkilerine dair korkular, komplo teorileri veya dini inançlardan kaynaklanan çekinceler yaygın olabilir. Bu tür direnç, zaman zaman DSÖ, UNICEF gibi kuruluşların sahadaki çalışmalarını zorlaştırmıştır. Aşılama ekiplerine yönelik şiddet, yanlış bilgilendirme kampanyaları veya sağlık çalışanlarına duyulan güvensizlik gibi engeller, özellikle savaş ve çatışma bölgelerinde daha yoğun şekilde görülür.
Aşı güvenliği ve bilimsel araştırmalar
Uluslararası aşı kampanyalarının temelinde, aşı güvenliği ve etkili klinik araştırmalar yürütme zorunluluğu yatar. Yeni bir aşının geliştirilme süreci, laboratuvar aşamasından başlayarak preklinik çalışmalar, faz I-II-III insan deneyleri ve sonrasında onay mekanizmalarını içerir. DSÖ ve diğer regülasyon kurumları, aşıların güvenli olduğuna ve popülasyonda hastalık riskini düşürme kapasitesine sahip olduğuna dair bilimsel kanıt ararlar. Aşının yan etkileri, hedeflenen yaş grubunda ve risk grubunda etkililiği, üretim kalitesi gibi kriterler bu değerlendirmelerde kritik rol oynar.
Geniş ölçekte aşılama başladıktan sonra da faz IV incelemeleri, yani sürekli farmakovijilans süreçleri devam eder. Herhangi bir aşı sonrası beklenmedik yan etki raporları, hızla uluslararası veritabanlarına iletilir ve araştırılır. Bu mekanizmalar, aşıların toplum nezdinde güvenilirliğini korumak için zorunludur. Ayrıca olası üretim hataları veya kontaminasyon durumlarında hızlı müdahaleyi mümkün kılar. Küresel ölçekte çok sayıda üretici firma ve halk sağlığı otoritesi bulunduğundan, işbirliği ve şeffaf veri paylaşımı bu sürecin en önemli dayanakları olarak ortaya çıkar.
Giderek gelişen biyoteknoloji, mRNA ve DNA aşıları, viral vektör aşılar, yapay zeka destekli aşı tasarımları gibi yeni nesil yaklaşımların uygulanmasını kolaylaştırmaktadır. Uluslararası Ar-Ge konsorsiyumları, farklı ülkelerin akademik kurumları ve ilaç sektörü arasındaki işbirliği sayesinde çeşitli aşı platformlarında her geçen gün daha hızlı ve etkin çözümler geliştirilmektedir. Özellikle kanser aşıları, HIV aşısı, sıtma ve tüberküloz aşıları gibi zorlu alanlarda ortak araştırma projeleri yürütülmektedir.
Salgın hastalıklardan öteye: aşının sosyoekonomik etkileri
Uluslararası aşı kampanyalarının başarısı, sadece bulaşıcı hastalıkların gerilemesiyle sınırlı kalmaz. Geniş ölçekte aşılama, ülkelerin ekonomik ve sosyal kalkınmasına büyük katkı yapar. Örneğin çocuklarda aşılamanın yüksek olduğu toplumlarda bebek ve çocuk ölümleri azalır, eğitim ve iş hayatına daha sağlıklı bir başlangıç yapılır. Bu da uzun vadede iş gücü kalitesini artırır, sağlık harcamalarını düşürür ve ekonomik büyümeye ivme kazandırır. Ayrıca sık görülen salgınların önlenmesi, sağlık sistemlerinin yükünü hafifletir; hastane yatış oranlarının ve ilaç maliyetlerinin düşmesi, kaynakların diğer alanlara yöneltilmesini sağlar.
Aşı çalışmalarının uluslararası boyutu, siyasi ve kültürel diyalogu da destekleyebilir. Farklı ülkelerin ortak bir hedef uğruna işbirliği yapması, diplomaside yeni köprüler kurulmasına yol açar. Bölgesel çatışmaların olduğu alanlarda bile aşı kampanyaları için zaman zaman “barış koridoru” oluşturulması, insani yardım faaliyetlerinin bir uzantısıdır. Çatışan tarafların, çocukları aşılamak veya salgın hastalıkları önlemek üzere geçici ateşkes ilan ettiği örnekler, tarihte mevcuttur. Dolayısıyla aşılar sadece sağlıkla ilgili bir müdahale değil, aynı zamanda barış ve dayanışma adına da sembolik bir rol oynayabilir.
Yeni teknolojiler ve geleceğe yönelik beklentiler
Aşı teknolojisindeki gelişmeler, gelecekte daha geniş bir hastalık yelpazesine karşı etkili koruma sunma potansiyeli taşımaktadır. Özellikle mRNA temelli aşılar, COVID-19 salgınında kanıtladıkları hız ve esneklik sayesinde bilim dünyasında büyük ilgi görmüştür. Bu tür aşılar, üretim aşamasında klasik yöntemlere göre daha kısa sürede ölçeklenebilir ve patojendeki genetik mutasyonlar olduğu takdirde yeni versiyonların hazırlanması daha kolay olabilir. Aynı şekilde DNA aşıları, adenovirüs vektörü tabanlı aşılar ve nanopartikül tabanlı platformlar, tüberküloz, sıtma, HIV ve hatta kanser gibi alanlarda yoğun biçimde araştırılmaktadır.
Uluslararası aşı çalışmalarının geleceği, aynı zamanda küresel sağlık politikalarındaki kararlılığa ve finansman olanaklarına da bağlıdır. DSÖ, Gavi ve UNICEF gibi kuruluşların varlığı, yoksul ülkelerin aşıya erişimini kolaylaştırsa da küresel ekonomik durgunluk, bölgesel çatışmalar veya diplomatik krizler bu yapıların faaliyetini sekteye uğratabilir. Aşı geliştirme ve dağıtım sürecinde daha da şeffaf ve kapsayıcı yaklaşımlar benimsenmesi, yerel bilim insanlarını ve sivil toplum inisiyatiflerini sürece dahil etmek ve karar mekanizmalarında çok paydaşlı katılım sağlamak önem kazanacaktır.
Ayrıca veri analizi ve dijital teknolojilerin kullanımı, aşı kampanyalarının etkinliği için büyük önem taşımaktadır. Gerçek zamanlı izlemeler, akıllı telefon tabanlı uygulamalar, elektronik aşı sertifikaları, uzaktan sıcaklık kontrol sistemleri ve coğrafi bilgi sistemleri, aşı lojistiğinde devrim niteliğinde yenilikler sunar. Örneğin büyük bir kırsal alanda hangi noktada aşı eksikliği doğduğunu anlık tespit edip harekete geçmek, geçmişe kıyasla çok daha hızlı gerçekleşebilir. Bu teknolojik atılımların sürdürülebilir olması için ise altyapıya ve insan kaynağına yatırım şarttır.
Aşı karşıtlığının uluslararası boyutu ve aşılama stratejileri
Aşı karşıtlığı, günümüzde sosyal medya ve dijital platformlar sayesinde küresel bir etkiye sahip olabilmektedir. Yanlış bilginin hızla yayılması, politik veya ideolojik gerekçelerle aşıya karşı yürütülen kampanyalar, bazı toplumlarda aşılama oranlarını düşürmekte ve salgın hastalıkların geri dönmesine kapı aralamaktadır. DSÖ, bu durumu “küresel sağlık tehditleri” listesinde değerlendirerek özellikle yanlış bilgiyi düzeltme, toplum temelli eğitim çalışmaları ve sağlık personelinin aşı güvenliği hakkında eğitilmesi konularında rehberlik sağlar.
Uluslararası aşı çalışmalarında kültürel duyarlılık ve yerel liderlerle işbirliği, aşı karşıtlığını kırmak için etkili bir yöntemdir. Yerel dini liderler, kanaat önderleri veya geleneksel tıp uygulayıcıları ile diyaloga girerek aşılama konusundaki bilimsel gerçekleri topluma ulaşılabilir biçimde aktarmak mümkündür. Ayrıca sağlık çalışanlarının iletişim becerilerini geliştirecek eğitimler, yerel dil ve kültüre uygun tanıtım materyalleri hazırlamak ve ebeveynlerin kaygılarını dikkate alan yaklaşım sergilemek, aşı tereddüdünü önemli ölçüde azaltabilir. Kamusal eğitim politikaları, okul müfredatına entegre edilen aşı ve bağışıklama bilgileri de uzun vadede aşı bilincini güçlendirebilir.
Sonuç ve değerlendirme
Uluslararası aşı çalışmaları ve kampanyalar, modern tıbbın küresel düzeyde en büyük başarı öykülerinden birini temsil etmektedir. Tarihsel süreçte çiçek hastalığının tamamen yok edilmesi, kızamık, polio gibi hastalıkların kontrol altına alınması, aşılama programlarının etkinliğini açıkça göstermiştir. Günümüzde DSÖ, UNICEF, Gavi ve çeşitli sivil toplum kuruluşları gibi aktörler sayesinde aşıların araştırma-geliştirme, üretim ve dağıtım safhaları uluslararası işbirliği çerçevesinde sürdürülmektedir. Bununla birlikte aşıya erişimde devam eden eşitsizlikler, lojistik sorunlar, siyasi engeller ve aşı karşıtlığı gibi faktörler, küresel kampanyaların önünde ciddi zorluklar oluşturmaktadır.
Aşıların geliştirilmesinde kullanılan yeni teknolojiler, daha etkin ve hızlı çözümler sunmakla birlikte sürdürülebilir finansman, yerel altyapı ve toplum katılımı konularında başarı sağlanmadıkça tam anlamıyla etkili olamayacaktır. COVID-19 salgını örneği, uluslararası işbirliğinin acil durumlarda hızla organize olabileceğini göstermiş, ancak aynı zamanda aşı milliyetçiliği gibi sorunların da altını çizmiştir. Dolayısıyla gelecekte aşı çalışmalarında daha kapsayıcı, şeffaf ve eşitlikçi modeller benimsenmesi kritik önem taşır. Bu süreçte sivil toplum, medya, akademi dünyası ve politikacılar arasındaki koordinasyon, karşılaşılan toplumsal önyargıları azaltabilir ve toplumun aşılamaya katılım oranlarını yükseltebilir.
Aşıların sadece sağlık boyutunda değil, sosyoekonomik ve siyasi boyutlarda da dalga etkisine sahip olması, uluslararası toplumun bu konuya stratejik bir perspektifle yaklaşmasını gerekli kılar. Salgın hastalıkların yanı sıra kanser, HIV ve diğer kronik hastalıklara yönelik aşı araştırmaları gelecekteki gündemi şekillendirecektir. Bu araştırmaların başarısı, kamu ve özel sektörün ortak yatırımları, akademik bilgi paylaşımı ve yenilikçi teknolojilerden yararlanmaya bağlıdır. Ayrıca aşıların üretim ve dağıtım kapasitesinin tüm dünya nüfusuna yetecek şekilde inşa edilmesi, sağlıkta sürdürülebilirliğin kilit ayağını oluşturacaktır.
Sonuç olarak uluslararası aşı çalışmaları ve kampanyalar, insanların yaşam süresini uzatan ve kalitesini artıran birer araç olmanın ötesinde, küresel sorumluluk ve dayanışmayı gözler önüne seren örneklerdir. Bilimin, diplomasiyle ve toplumsal katılımla buluştuğu bu alanda, süreklilik ve evrensel erişim esastır. DSÖ, UNICEF ve Gavi gibi büyük yapılar, devletlerin, STK’ların ve ilaç sektörünün bir araya geldiği platformlar olarak gelecek nesillerin pandemilere, salgınlara ve önlenebilir hastalıklara karşı daha dirençli bir dünya yaratılmasına hizmet etmektedir. Aşılarla önlenebilir hastalıklardan korunmak, sadece bir sağlık hakkı değil, aynı zamanda insanlığın refahı ve geleceği için vazgeçilmez bir adımdır.