- Katıldı
- 22 Aralık 2024
- Mesajlar
- 303
- Tepki puanı
- 0
- Puanlar
- 16
Yeme bozuklukları (anoreksiya, bulimiya vb.)
Yeme bozuklukları, beslenmeye ve beden algısına yönelik aşırı tutumların, davranışsal ve psikolojik faktörlerle birleşerek ruhsal ve fiziksel sağlığı tehdit ettiği karmaşık hastalıklar grubunu tanımlar. Genellikle aşırı kilo korkusu, beden imgesinde çarpıklık, yeme davranışı üzerinde aşırı denetim veya kontrol kaybı gibi unsurlarla şekillenen bu bozukluklar, bireylerin günlük yaşam kalitesini, fiziksel görünümünü, iç organ fonksiyonlarını ve toplumsal işlevselliğini derinden etkiler. Anoreksiya nervoza, bulimiya nervoza ve tıkınırcasına yeme bozukluğu gibi alt kategorilere ayrılabilen bu rahatsızlıkların her biri, hem psikolojik hem de fizyolojik süreçlerle iç içe geçen, uzun seyirli ve tedavisi karmaşık durumlar olarak bilinir. Erken teşhis ve doğru tedavi yaklaşımları, yeme bozukluklarının yol açabileceği ağır komplikasyonlardan hastayı korur; ancak hastalıkların klinik seyri, özellikle beden algısına bağlı bilişsel çarpıtmalar ve duygusal sorunlar nedeniyle sinsi ve dirençli olabilir. Bu makalede, yeme bozukluklarının tanımı, çeşitleri, risk faktörleri, beslenme ve diyet yaklaşımları, tedavi protokolleri ve önleme stratejileri geniş bir çerçevede ele alınacaktır.
Tanım ve tarihsel arka plan
Yeme bozuklukları, tarih boyunca kimi zaman tıp literatüründe ya da toplumun farklı kesimlerinde şekil değiştirerek var olmuştur. Antik dönemlerde aşırı zayıflama veya kendini aç bırakma pratikleri dinsel-asketik ritüellerle, kutsal bir amaç uğruna oruç tutma gibi ritüellerle ilişkilendirilirken, modern dünyada kilo verme ve zayıf beden idealinin baskınlığıyla anlaşılan bir patoloji formuna bürünmüştür. 19. yüzyılın sonlarında ilk kez anoreksiya nervozanın klinik anlamda tanımlanması, yeme davranışının patolojik boyutunu tıbbi açıdan ortaya koymuştur. Sonraki dönemde bulimiya nervoza, tıkınırcasına yeme bozukluğu (binge eating disorder) ve diğer spesifik alt tipler tanımlanmış; bu bozukluklar sadece ruhsal bir rahatsızlık değil, aynı zamanda bedensel komplikasyonları olan, ölümcül seyredebilen tablolar olarak kabul görmüştür.
Dünya Sağlık Örgütü ve diğer uluslararası kuruluşlar, özellikle son 50 yılda obezite, vücut imajı standartları, medya etkisi ve “diyet kültürü”nün yeme bozukluklarının artışına katkıda bulunduğuna dikkat çeker. Toplumda zayıf bedene dair obsesif algı, sosyal medya ve moda sektöründe ince bedeni aşırı idealize eden dayatmalar, gençlerde kilo kaybı arzusunu körükleyebilir. Aynı şekilde, kontrol edilemeyen yeme atakları ve telafi edici kusma veya laksatif kullanımı biçiminde tekrarlayan döngüler, bulimiya nevroza formuyla karşımıza çıkar. Öte yandan, tıkınırcasına yeme bozukluğu, modern toplumun hızlı ve duygusal yeme eğilimleriyle de kesişir. Bireylerin duygusal boşluk, depresyon veya anksiyete gibi psikolojik zorlukları, yeme davranışını bir baş etme yöntemi olarak görmelerine yol açabilir.
Psikososyal boyut ve risk faktörleri
Yeme bozukluklarının gelişiminde çoklu etkenler söz konusudur. Temel olarak genetik yatkınlık, biyolojik hassasiyet, aile dinamikleri, kültürel beklentiler ve bireyin kişilik özellikleri bir araya geldiğinde risk yükselir. Bu risk faktörlerini birkaç başlıkta özetlemek mümkündür:
1. Genetik ve biyolojik faktörler: Ailede anoreksiya, bulimiya veya tıkınırcasına yeme öyküsü varsa, kişide benzer sorunların ortaya çıkma ihtimali yükselir. İkiz çalışmalarında, yeme bozukluğu davranışının kalıtsal bir bileşen taşıyabileceği ortaya konmuştur. Ayrıca beyinde serotonin, dopamin gibi nörotransmitterlerin düzenlenmesindeki bozukluklar, açlık-tokluk algısına dair sinyallerin aksamasına ve obsesif düşünce kalıplarına kapı açabilir.
2. Kişilik ve psikolojik unsurlar: Mükemmeliyetçi, kontrolcü, düşük özgüvenli, duygusal düzenleme güçlüğüne sahip bireylerde yeme bozukluğu riski daha yüksek görülür. Özellikle anoreksiya nervozada mükemmeliyetçilik ve aşırı kendini kontrol arzusu sık rastlanır. Bulimiya ve tıkınırcasına yeme bozukluğunda ise dürtüsel yeme atakları, olumsuz duygu durumlarını bastırma çabası ve öfke/üzüntüyle baş etme stratejilerinin zayıflığı dikkat çeker.
3. Aile ve sosyal çevre: Aile içinde kilo, beden veya yeme konularında aşırı eleştirel tutumlar, çocuğa yönelik zorlayıcı “zayıf kalma” telkinleri veya istismarcı bir ortam, yeme bozuklukları için zemin hazırlar. Kimi ailelerde aşırı kontrolcü veya sınır koymayan tutumlar da risk doğurur. Arkadaş grupları, sosyal medya, moda ve reklam sektörünün “kusursuz ince beden” imajı dayatması, özellikle ergenlerde bedensel memnuniyetsizliği tetikleyebilir.
4. Travma ve stres: Cinsel istismar, duygusal ihmal, zorbalık, kayıp gibi travmatik olayların ardından bedeni kontrol etme ya da yeme davranışını düzenleyerek duygu durumu yönetme çabası sıklıkla gözlenir. Yeme bozukluğu, kişi için hem bir baş etme mekanizması hem de kendine zarar verme biçimi olabilir.
5. Toplumsal ve kültürel faktörler: Batı menşeili güzellik standartlarının evrenselleşmesi, popüler medyada zayıf manken ve oyuncu figürlerinin idealleştirilmesi, rakipsiz bir estetik norm hâline gelmiştir. Bu normu içselleştiren gençler, bedenlerini beğenmeme, sıkı rejim yapma, aşırı egzersiz gibi davranışlara yönelebilir. Bazı kültürlerde ise kilo alma veya tıkınırcasına yeme eğilimi ön planda olabilir.
Bunların sonucunda kişinin yeme davranışına dair sağlıksız inançları ve disfonksiyonel tutumları oluşur. Klinik tablolar, anoreksiya nervozada “kilo almaktan aşırı korku ve bedeni aşırı ince halde tutma”, bulimiya nervozada “tekrarlayan tıkınma ataklarını telafi etme davranışları” ve tıkınırcasına yeme bozukluğunda “kontrolsüz yeme atakları fakat telafi olmaksızın obezite riski” şeklinde somutlaşır.
Anoreksiya nervoza
Anoreksiya nervoza, bedeni aşırı derecede zayıf tutma, kilo almaktan şiddetle korkma ve beden algısında belirgin çarpıklıkla karakterize bir yeme bozukluğudur. Bu tablonun esas belirtileri şunlardır:
• Kilo korkusu: Kişi beden ağırlığının düşük olduğunu bilse bile kilo almaktan, “şişmanlamak”tan aşırı korkar.
• Aşırı zayıflık: Beden kitle indeksi genelde <17.5 civarındadır, bazen çok daha düşer. Kişi bir deri bir kemik görünümünde olabilir, ancak hâlâ kendisini “kilolu” görür.
• Beden algısında bozukluk: Ayna karşısında abartılı şekilde beden bölgelerini “yağlı” algılar, normal ölçülerdeki bir bedeni “fazla” olarak kabul eder. Giyimde, tartıda ve vücut ölçümlerinde aşırı takıntı içindedir.
• Amenore: Kadınlarda, aylık hormonal denge bozulduğundan adet görmeme (amenore) ya da belirgin düzensizlikler sık rastlanır. Erkeklerde de cinsel fonksiyon bozuklukları veya testosteron düşüklüğü görülebilir.
Anoreksiya nervozada kilo kaybı farklı yollarla sağlanır. Bazı hastalar “restriktif tip” olarak adlandırılır; günde çok az kalori alır, öğün atlar, kalori kısıtlaması yapar, aşırı egzersiz uygular. Diğer hastalar ise “binge-purge tip” olabilir; ara sıra tıkınma atakları yaşayarak telafi amacıyla kusma, laksatif veya diüretik kullanımı uygular. Her iki alt tip de “zayıf kalma” motivasyonuyla şekillenir. Psikolojik olarak mükemmeliyetçilik, katı düşünce yapısı, kaygı bozukluğu ve düşük benlik saygısı tabloya eşlik eder. Fiziksel komplikasyonlar arasında kas kaybı, osteoporoz, kardiyak aritmi, düşük tansiyon, hipotermi, kabızlık, kuru cilt, saç dökülmesi, elektrolit dengesizlikleri bulunur. Aşırı derecede ilerlediğinde organ yetmezliği ve ölüme kadar gidebilen bir hastalıktır.
Tedavinin temeli, yetersiz kilodan çıkış için beslenme programının düzenlenmesi, psikoterapi (bireysel, grup, aile terapisi), gerekli olduğunda farmakoterapi (antidepresan vb.) ve multidisipliner bir ekibin (psikiyatrist, diyetisyen, dahiliye uzmanı, psikolog, aile terapisti) iş birliğidir. Hedef, kademeli kilo alımı sağlarken aynı zamanda yeme davranışını, beden algısını ve psikolojik süreçleri onarmaktır. Aşırı düşük kiloda refeeding sendromu riski nedeniyle beslenmenin yavaşça arttırılması gerekir. Rutin kan testleri, kalp izlemeleri, metabolik parametreler yakından takip edilir. Aile terapisi, özellikle ergen anoreksiyasında başarılı sonuçlar verir. Uzun süreli bir tedavi ve izlem gerektirir, zira nüks oranları oldukça yüksektir.
Bulimiya nervoza
Bulimiya nervoza, genellikle normal kiloda veya kilolu bireylerde görülür, en tipik özelliği tekrarlayan “tıkınırcasına yeme atakları” ve bu atakların ardından kusma, laksatif kullanımı, aşırı egzersiz, oruç tutma gibi “telafi edici davranışlar”dır. Tıkınma atakları sırasında kişi kısa sürede olağanüstü miktarda kalori alır, kontrolünü yitirir, sonrasında ise pişmanlık, utanç, kilo alma korkusu ve “yanlış yaptığını düzeltme” endişesiyle telafiye girişir. Bu döngü haftada birkaç kez ila günde birkaç kez arası değişebilir. Bulimiyalı kişi çoğu zaman bedenini “fazla kilolu” olarak algılar, beden imajı memnuniyetsizdir, sürekli diyetler ve kilo yönetimi çabaları içindedir.
Telafi davranışı en yaygın olarak kusma şeklindedir (purging). Kusma ile mide asidi tekrar özofagustan geçerek diş minesi erozyonu, boğaz tahrişi, tükürük bezi genişlemesi gibi somatik sorunlar yaratabilir. Ayrıca hipokalemi (düşük potasyum), aritmi gibi elektrolit bozuklukları, kalp rahatsızlıkları ortaya çıkabilir. Laksatif veya diüretik suistimali böbrek fonksiyon bozuklukları, mineral dengesizliği ve dehidratasyona yol açar. Aşırı egzersiz de ek yaralanma riskleri veya kas-iskelet sistemi zedelenmeleri getirebilir.
Bulimiya hastaları genelde dış görünüşle ilgili kaygıları saklayabilir veya gizli ataklar yaşayabilir, dolayısıyla yakın çevre fark edemeyebilir. Birçok bulimiya vakası, normal veya hafif şişman bedene sahip olup sosyal hayatta aktif görünebilir, ancak iç dünyalarında tıkınma-kusma atakları yaşarlar. Tedavi, bilişsel davranışçı terapi (BDT), destekleyici psikoterapi, aile danışmanlığı, beslenme eğitimleri, ilaç olarak SSRI grubu antidepresanların kullanımı gibi çok yönlü yöntemlerle yürütülür. Bireysel olarak yeme ataklarını önleyen veya telafi davranışlarını azaltan farkındalık çalışmaları, duygusal başa çıkma stratejilerini güçlendirmek tedavinin temelini oluşturur.
Tıkınırcasına yeme bozukluğu (Binge Eating Disorder)
Tıkınırcasına yeme bozukluğu, bulimiyaya benzer şekilde aşırı yeme ataklarıyla karakterize olmakla birlikte, bu ataklardan sonra kusma veya diğer telafi edici davranışlar görülmez. Kişi belirli aralıklarla kontrol kaybına uğrayarak çok miktarda yiyeceği kısa sürede tüketir, ardından yoğun suçluluk, pişmanlık ve utanma hisseder. Bu davranış döngüsü kilo artışına ve obezite riskine yol açar. Tıkınma atakları çoğunlukla stres, olumsuz duygulanım veya zorlu yaşam olaylarıyla tetiklenir. Kişi, yemeği bir duygusal baş etme aracı olarak kullanır.
Tıkınırcasına yeme bozukluğu olan bireyler, genellikle toplumsal çevrelerinde aşırı yeme davranışını saklamaya çalışır, bu ataklar gizli yapılır. Bu bozukluğun en önemli komplikasyonu obeziteyle ilgili sağlık sorunları (diyabet, hipertansiyon, kardiyovasküler hastalıklar) ve ruhsal boyutta depresyon, anksiyete veya düşük öz-değer hissidir. Tedavide bilişsel davranışçı terapi, duygu düzenleme teknikleri, diyet ve egzersiz planları, bazen farmakoterapiler (antidepresanlar, antiobezite ilaçları) bir arada uygulanır. Ayrıca grup terapileri veya destek gruplarının, yeme davranışının ardındaki duygusal dinamikleri yönetme sürecinde faydalı olduğu saptanmıştır.
Diğer yeme bozuklukları ve alt tanılar
DSM-5 ve diğer tanı kılavuzlarında, spesifik yeme bozukluğu kategorileri dışında alt tipler ve atipik vakalar da tanımlanır:
• OSFED (Other Specified Feeding or Eating Disorder): Belirli kriterleri tam karşılamayan ama klinik açıdan anlamlı semptomları olan tabloları içerir. Örneğin anoreksiya kriterlerinin çoğunu karşılayan ama yeterince düşük BKİ’de olmayan veya bulimiyadaki frekansı karşılamayan kusma atakları olan bireyler.
• Pika: Gıda olmayan maddeleri (toprak, kâğıt, boya, buz vb.) yeme isteğiyle görülen bir bozukluktur. Genellikle çocuklarda veya demir eksikliği, hamilelik ve nörogelişimsel bozukluklarla ilişkili olabilir.
• Gece yeme sendromu: Kişinin günlük kalorisinin büyük bölümünü gece saatlerinde alması, uykudan uyanıp atıştırmalar, sabah iştahsızlık ve gündüz yemek yeme miktarının düşük olmasıyla karakterizedir. Bu tablo, obezite ve duygudurum bozukluklarıyla ilişkili olabilir.
Bu kategoriler, yeme bozukluğu yelpazesinin ne kadar geniş ve karmaşık olduğunu gösterir. Hastaların semptomları zamanla değişebilir veya bir bozukluktan başka birine kayabilir.
Tedavi ve müdahale yöntemleri
Yeme bozukluklarında çok yönlü bir tedavi yaklaşımı esastır, çünkü hem psikolojik hem beslenme boyutu iç içe geçmiş durumdadır. Ana stratejiler:
1. Psikoterapi: Bilişsel davranışçı terapi (BDT), yeme bozuklukları için kanıta dayalı en etkili yöntemlerden biridir. Birey, yeme davranışındaki çarpık inanç kalıplarını, beden algısına dair olumsuz düşünceleri, duygusal tetikleyicileri fark etmeyi ve bunlarla başa çıkmayı öğrenir. Aile temelli terapi (özellikle ergen anoreksiyasında) aileyi tedavi sürecine dahil ederek yeme davranışı kontrolü ve destek mekanizmalarını geliştirir. Psikodinamik terapi, şema terapisi, kişilerarası terapi (IPT) gibi yaklaşımlar da kullanılabilir.
2. Beslenme danışmanlığı ve diyet planlaması: Anoreksiya nervozada ağırlık kazanımı için yeterli kalori ve dengeli makro/mikro besin alımı hedeflenir. Bu süreçte refeeding sendromu riski söz konusu olduğundan mineral ve elektrolit dengesi yakından izlenmelidir. Bulimiya ve tıkınırcasına yeme bozukluğunda da düzenli öğün yapısı, porsiyon kontrolü, tetikleyici gıdalar ve atakların sinyalleri üzerine eğitim verilir. Bazen yeme günlüğü tutma, danışanların farkındalığını artırır.
3. Farmakoterapi: Anoreksiya tedavisinde antidepresanlar veya antipsikotik ilaçlar, ek anksiyete ve depresyon durumunda destekleyici olabilir; ancak kilo kazanımı tek başına ilaca dayanmaz. Bulimiyada SSRİ grubu antidepresanlar (fluoksetin vb.) tıkınma-kusma döngüsünü hafifletebilir. Tıkınırcasına yeme bozukluğu için yine SSRI veya belirli anti-obezite ilaçları destekleyici rol oynar.
4. Hastane yatışı veya yoğun bakım: Anoreksiya nervozada vücut kitle indeksi çok düşük, kardiyak ritim bozukluğu, elektrolit anormallikleri, hemodinamik instabilite veya intihar riski olan hastalarda, yatarak tedavi gerekebilir. Burada multidisipliner ekip gözetiminde beslenme rehabilitasyonu, tıbbi izlem, psikoterapi sürdürülür. Bulimiyada da ciddi dehidratasyon, elektrolit çökmesi varsa hastaneye yatış aranır.
5. Grup terapileri ve destek grupları: Birey, benzer deneyimleri yaşamış diğer insanlarla duygu alışverişinde bulunarak yalıtılmışlık hissini azaltabilir. Bu tür gruplar, semptomlarla baş etme becerilerini paylaşır ve sosyal destek oluşturur.
Tedavide başarı için hastanın motivasyonu, hastalığı kabullenişi ve kendini değişime açması kritik rol oynar. Yeme bozukluklarında “farkındalık” her zaman kolay oluşmaz; özellikle anoreksiya hastaları düşük kilolarına rağmen yardım alma konusunda dirençli olabilir. Dolayısıyla tedavi süreci uzun ve dalgalı seyredebilir, nüksler görülebilir.
Beslenme ve diyetin rolü
Yeme bozukluklarında beslenme, hastalığın hem merkezinde hem de çözümünün parçasında yer alır. Diyetisyen, tedavi ekibinin vazgeçilmez üyesidir. Hastaların yeme davranışını düzenlemek, dengeli makro ve mikro besin öğeleriyle vücudun ihtiyacını karşılamak, psikolojik tetikleyicileri göz ardı etmeden ilerlemek önemlidir. Anoreksiyalı hastada kademeli kalori artışıyla güvenli kilo kazanımı, bulimiyada düzenli öğün oluşumu ve tıkınma-kusma ataklarını önleyecek stratejiler, tıkınırcasına yeme bozukluğunda porsiyon kontrolü ve duygu yeme farkındalığı temel konulardır.
Diyetisyenin yaklaşımı, hastanın tıbbi bulguları, vücut analizi, beslenme davranışı geçmişi ve motivasyon düzeyine göre bireyselleştirilir. “Yasaklar” yerine sağlıklı alternatifler, öğün planında esneklik, yeme korkusunu azaltan aşamalı hedefler konur. Her yeme bozukluğunda vücudun farklı eksiklikleri olabilir: Anoreksiyalı hastada protein, kalsiyum, çinko, demir, B vitaminleri yetersizliği sıkken, bulimiyada elektrolit dengesizlikleri (potasyum, sodyum) göze çarpar, tıkınırcasına yeme bozukluğunda yüksek enerjili, aşırı yağ/şeker içerikli atakların telafisi ve yetersiz mikrobesin alımı söz konusudur.
Yeme bozukluğu tedavisinde diyetisyenin sadece makro besin hesaplaması yapması yetmez; hastanın duygusal durumunu, tetikleyici gıdalarını, sosyal ortamını anlaması, motivasyon oluşturacak iletişim becerilerini kullanması gerekir. Bazı hastalarda “aşırı diyet kısıtlaması” paranoid korkulara yol açabilir; o nedenle ortak mutabakatlı hedefler belirlemek, yeme planını aşamalı hâle getirmek daha sağlıklıdır.
Aile ve sosyal çevrenin etkisi
Yeme bozuklukları sıkça ergenlik ya da erken yetişkinlik döneminde çıkar, bu dönemde aile ve sosyal çevrenin tutumu iyileşmenin gidişatını belirleyebilir. Aile içinde kilo ve beslenmeye dair eleştirel, baskıcı tutumlar, suçlayıcı iletişim, hastanın tedaviye direncini artırır. “Aile temelli terapi” yaklaşımı, ebeveynleri tedavi sürecinin bir parçası yaparak hastanın sağlıklı yeme düzenine dönüşünü destekler. Aile, hasta hakkında yargılayıcı olmadan sevgi ve empati gösterdiğinde, hastanın güvende hissederek iş birliği yapma ihtimali yükselir.
Okul, iş arkadaşları, sosyal medya grupları da hastanın beden algısını veya yeme tutumunu etkiler. Bulimikalarda gizli tıkınma atakları ve toplumsal damgalanma korkusu, hastanın destek almasını engelleyebilir. Anoreksiklerdeyse “zayıflığın takdir edildiği” bir sosyal çevrede, kişi hastalığını başarı olarak görebilir. Bu bağlamda, sosyal çevrenin yeme bozukluğunu ciddiye alması ve tedaviye teşvik etmesi önemlidir. Yaygın bilgilendirme kampanyaları, medyada sağlıklı beden imajını teşvik eden yaklaşımlar, “beden olumlaması” hareketi gibi girişimler yeme bozukluğu sıklığını düşürmeye katkı sunabilir.
Önleme, tarama ve geleceğe dair yaklaşımlar
Yeme bozukluklarını önlemede en etkili yol, erken yaşlardan itibaren sağlıklı beden ve beslenme algısı kazandıran eğitim politikaları ve sosyal kampanyalardır. Okullarda beden eğitimi ve beslenme dersleri, bedenin estetik değil işlevsel ve sağlıklı yönlerine vurgu yaparak gençlerin olumlu benlik saygısı geliştirmesini sağlar. Reşit olmayan yaşlarda “mükemmel beden” baskısını dikte eden moda endüstrisi veya sosyal medya akımlarına karşı koruyucu farkındalık çalışmaları yapılabilir. Aile danışmanlığı, risk gruplarına (mükemmeliyetçi, kaygılı gençler, istismar geçmişi vb.) odaklı psikososyal destek de önemlidir.
Tarama araçları, ergenlik çağındaki gençlere basit anketler yaparak riskli yeme davranışlarını erken teşhis edebilir (örn. EAT-26, SCOFF anketi vb.). Kronik diyet yapan, kilo korkusunu sık ifade eden, bedeninden çok memnun olmadığını söyleyen ve aşırı egzersiz yapan ergenler, risk kategorisinde görülebilir. Tıp ve diyetetik uzmanları, büyüme geriliği, adet düzensizlikleri, hızlı kilo kaybı, kusma ve diş erozyonları gibi fiziksel ipuçları fark ettiğinde yeme bozukluğu yönünde derinlemesine sorgulama yapmalıdır.
Gelecekte, genetik çalışmalar yeme bozukluklarına dair yatkınlık genlerini daha net ortaya koyabilir, bu da koruyucu girişimleri kişiselleştirmek adına yeni olanaklar sunar. Sanal gerçeklik terapisi, yüz tanıma tabanlı beden algısı analizi, mobil uygulamalarda duygusal tetikleyicilerin kaydı ve geri bildirim sistemleri gibi dijital yaklaşımlar da tedavinin yardımcı araçları hâline gelebilir. Yine tele-psikiyatri ve uzaktan diyet danışmanlığı, tedaviye erişimi yaygınlaştıracak çözümler olarak değerlendirilmektedir.
Yeme bozuklukları, sadece fiziksel bir zayıflık veya kilo meselesi değildir; duygusal, sosyal ve bilişsel boyutları derin olan, kişinin yaşam kalitesini ve hatta hayati fonksiyonlarını tehdit edebilen ağır ruhsal hastalıklardır. Tedavide başarının anahtarı, hastanın zihinsel, duygusal ve bedensel dinamiklerini bütüncül biçimde ele alan, sabırlı ve uzun süreli bir yaklaşımdır. Beden algısının yeniden yapılandırılması, sağlıklı beslenme rutininin kazanılması, dürtü kontrolü, negatif duyguları işleyebilme becerileri, destekleyici aile ve sosyal çevre gibi her unsurun sinerjik birlikteliğiyle yeme bozukluklarından kalıcı iyileşme elde edilebilir. Bu tabloda diyetisyen, psikolog, psikiyatrist, tıp doktoru, aile ve hasta koordineli bir çaba içinde olmalıdır. Erken müdahaleyle yeme bozukluklarının ağır ve ölümcül komplikasyonları engellenebilir; geç kalındığında ise bedensel tahribatın onarımı daha güç hâle gelir. Bu bozuklukların karmaşık doğası, toplumun her kesiminde, özellikle medya ve moda sektöründe, beden olumlama ve sağlıklı imaj vurgusunu daha da zorunlu kılar. Zira yeme bozukluklarının artışıyla mücadele, aynı zamanda toplumsal bir çabadır ve koruyucu hekimlik ilkeleri dâhilinde bilinçlendirme ve eğitim çalışmalarından geçer.