Tıbbi Sözlük

Hoş geldiniz, tibbisozluk.com Sağlıklı yaşam sosyal paylaşım platformudur. Sağlık hakkındaki kararlarınızı mutlaka bir hekim'e danışarak veriniz. Tüm soru görüş ve önerileriniz için info@tibbisozluk.com a mail atabilirsiniz. Üye olarak Tıbbi Sözlük'ün tüm özelliklerinden faydalanabilinirsiniz.

Soru sor

Sorular sorun ve yanıtlar alın

Online Psikolog

Uzman Klinik Psikolog Çiğdem Akbaş

Bize Ulaşın

Site yönetimine yazın

Profesyonel Web Sitesi

Profesyonel bir web sitesi için tıklayın.

Ibs ve iltihabi bağırsak hastalıkları

tibbisozluk

Administrator
Personel
Katıldı
22 Aralık 2024
Mesajlar
303
Tepki puanı
0
Puanlar
16

Ibs ve iltihabi bağırsak hastalıkları​


Sindirim sistemi hastalıkları içinde yer alan irritabl bağırsak sendromu (IBS) ve iltihabi bağırsak hastalıkları (inflammatory bowel diseases, IBD), karın ağrısı, dışkılama alışkanlığı değişiklikleri, şişkinlik, kronik ishal veya kabızlık gibi semptomlarla seyreden, bağırsak işlevini uzun vadede etkileyebilen farklı patolojik süreçlerdir. IBS daha çok işlevsel bir bozukluk olarak kabul edilirken, Crohn hastalığı ve ülseratif kolit başta olmak üzere IBD alt türleri, otoimmün kökenli enflamasyon ve doku hasarı ile karakterizedir. Her iki durum da hem hastaların yaşam kalitesini düşürür hem de sindirim sistemini ilgilendiren diğer organ ve dokular üzerinde çeşitli komplikasyonlar yaratabilir. Bu metinde IBS ve IBD arasındaki temel ayrımlar, patofizyoloji, klinik belirtiler, tetikleyici faktörler, tanı ve tedavi yaklaşımları, beslenme stratejileri ve multidisipliner yönetim bakımından incelenir.

İşlevsel ve organik farklılıklar​


IBS, işlevsel bir bağırsak bozukluğu olarak anılır. İşlevsel demek, klinik belirtilerin mevcut olduğu fakat altta yatan yapısal veya biyokimyasal bir lezyonun net şekilde saptanamadığı durum anlamına gelir. Gastrointestinal sistemde yapısal bir kusur olmadan, karın ağrısı, ishal, kabızlık, şişkinlik ve gaz şikâyetleri ile seyreder. Özellikle kolonoskopi veya endoskopi gibi yöntemlerle anatomik bir hasar bulunmadığı halde hastanın uzun süreli semptomlar yaşaması tipiktir. Psikososyal faktörler, bağırsak beyin ekseni, visseral aşırı duyarlılık ve bağırsak motilitesindeki düzensizlikler IBS’nin temel mekanizmaları içinde sayılır.

IBD altında yer alan Crohn hastalığı ve ülseratif kolit ise belirgin doku hasarı, ciddi enflamasyon ve immunolojik bozukluklar içeren, organik karakterli patolojilerdir. Crohn, ağızdan anüse kadar sindirim sisteminin herhangi bir segmentini tutabilir fakat genellikle ileum ve kalın bağırsakta yoğunlaşır. Ülseratif kolit ise kolon ve rektum mukozasının kronik iltihabıdır. Bu hastalıklar, ülserleşme, fistül, striktür, kanama gibi lezyonlarla seyreder. IBS’de görülmeyen kronik iltihap bulguları IBD’de yaygındır. Bu nedenle IBD, sistemik yansımaları (deri, göz, eklem, karaciğer tutulumu vb.) da içeren daha ağır bir klinik tablo oluşturabilir.

IBS ve IBD’yi ayırt etmede, inflamatuar belirteçlerin (CRP, sedimantasyon hızı) yüksekliği, dışkıda kan bulgusu, kolonoskopik incelemede mukozal hasar varlığı gibi kriterler önemlidir. IBS’de bu testler sıklıkla normaldir. Bununla birlikte IBD tanılı bazı hastalar, remisyon dönemlerinde IBS’ye benzer semptomlar yaşayabilir. Yapılan araştırmalarda IBD’li hastaların bir kısmında ek olarak IBS benzeri belirtilerin görülmesi, bağırsak duyarlılığının ve fonksiyonel bozuklukların bu hasta grubunda da rol oynayabileceğini gösterir.

Belirtiler ve semptomlar​


IBS, alt karın ağrısı, şişkinlik, ishal, kabızlık veya bunların dönüşümlü dönemi ile karakterizedir. Ağrı genellikle dışkılama sonrası hafifler. Stres, kaygı, beslenme alışkanlıkları ve hormonal dalgalanmalar semptomların şiddetinde belirleyici olabilir. IBS semptomları sıklıkla kronik ve dalgalı seyirlidir. Hastaların dışkı formu ve sıklığı değişir, kabızlık veya ishal ağırlıklı tip ile karışık tip IBS formları tariflenir. IBS, erken yaşlarda başlamaya yatkın olup kadınlarda nispeten daha sık rapor edilir.

IBD belirtileri genellikle daha ağırdır. Ülseratif kolitli hastalarda rektal kanama, mukuslu ishal, karın ağrısı ve sık tuvalete çıkma şikâyetleri öne çıkar. Ateş, kilo kaybı ve kansızlık da eşlik edebilir. Crohn ise karın sağ alt kadranında ağrı, ishal, kilo kaybı ve bazen makattan kanama ile kendini belli eder. Crohn, transmural tutulum yapabildiği için fistül ve abse gelişimi sık görülür. Her iki IBD türü de çocukluk veya genç yaşta başlayabilir, alevlenme ve remisyon dönemleri gösterir. Alevlenme döneminde inflamasyon artar, semptomlar şiddetlenir ve bağırsak mukozasında ülserasyonlar belirginleşir.

IBD, sistemik bulgularla da seyredebilir. Artralji, deri lezyonları (eritema nodozum, pyooderma gangrenozum), üveit, sklerozan kolanjit gibi ekorgan tutulumları görülebilir. Malabsorpsiyon ve malnütrisyon riski, Crohn’da ince bağırsak tutulumunun olduğu durumlarda özellikle yüksektir. IBS’de ise dışkıda kan, ciddi kilo kaybı, yüksek ateş gibi belirtiler tipik değildir. Daha çok tekrarlayan karın rahatsızlığı ve düzensiz bağırsak alışkanlığı söz konusudur.

Tetikleyici faktörler​


IBS’de tetikleyiciler arasında stres, anksiyete, depresyon ve benzeri psikososyal faktörlerin yanı sıra belirli gıdalar ve barsak beyin eksenindeki duyarlılık bozuklukları sayılır. Hastaların bir kısmında süt ürünleri, baklagiller, kafein, baharatlı yiyecekler, yapay tatlandırıcılar gibi gıdalar semptomları şiddetlendirebilir. Bazı araştırmalar, geçirilmiş bağırsak enfeksiyonlarının (post-infeksiyöz IBS) hassasiyeti artırabileceğini öne sürer. Ayrıca bağırsak mikrobiyotasındaki dengesizlik, IBS gelişimine katkıda bulunan mekanizmalardan biridir. Duygusal stres, IBS hastalarında karın ağrısı ve dışkılama bozukluklarını kolayca alevlendirebilir.

IBD’de genetik yatkınlık önemli bir rol oynar. Ailede Crohn veya ülseratif kolit öyküsü olan bireylerde hastalık riski yüksektir. Ayrıca çevresel faktörler ve bağırsak mikrobiyomu da patogenezde kritik yer tutar. Bağırsak mukozasının aşırı immun yanıtı, doku hasarına ve kronik inflamasyona yol açar. Sigara içimi, Crohn riskini artırırken ülseratif kolit riskini bir miktar azaltır. Bunun mekanizması net anlaşılamasa da nikotinin bağışıklık sistemi ve bağırsak mukozası üzerine etkileriyle ilişkilendirilir. Batı tarzı beslenme alışkanlıkları, yüksek işlenmiş gıda tüketimi de IBD sıklığının artmasında etkili görülür. Stres, IBD’nin alevlenme dönemlerini tetikleyebilir. Bununla birlikte IBD, yapısal ve immünolojik bozukluklar üzerine inşa olan daha kompleks bir hastalık kümesi olduğu için psikolojik faktörler tek başına belirleyici değildir.

Mikrobiyota ve probiyotiklerin rolü​


Bağırsak mikrobiyotası, IBS ve IBD patogenezinde giderek daha fazla önem kazanan bir konudur. Normal bağırsak florası, sindirim sistemi bütünlüğü ve immün yanıt düzenlemesinde kritik rol oynar. IBS’deki muhtemel mekanizmalardan biri, mikrobiyota kompozisyonundaki değişimlerdir. Bazı IBS hastalarında bakteri çeşitliliğinde azalma, belirli patojenik türlerin artması veya fermantasyon süreçlerinde bozulma gözlenir. Bu değişimler, bağırsak hareketliliğini ve duyarlılığını etkileyerek semptomları tetikleyebilir.

IBD’de ise daha belirgin mikrobiyal dengesizlik ve proinflamatuar bakteri artışı rapor edilmiştir. Özellikle Crohn hastalığında Firmicutes/Bacteroidetes oranında değişiklikler, adherent-invasive E. coli gibi patojenlerin artması gibi bulgular öne çıkar. Yararlı bakterilerin azalması, mukozal bariyerin bütünlüğünü bozarak bağışıklık sistemini aşırı uyarabilir. Bu kapsamda probiyotik ve prebiyotik desteklerin, bazı IBS vakalarında semptom kontrolünü desteklediği, IBD’de ise remisyon sürdürme ve alevlenme şiddetini azaltmada yardımcı olabileceği ileri sürülür. Ancak her vakada standart bir probiyotik protokolünün olmaması, farklı çalışmaların çelişkili sonuçları gibi nedenlerle klinik kullanımı kısıtlıdır. Yine de mikrobiyotayı hedef alan terapi stratejileri, her iki hastalık grubunda yeni ufuklar açma potansiyeline sahiptir.

Teşhis süreçleri​


IBS tanısı, çoğunlukla dışlama yaklaşımıyla konur. Karın ağrısı, şişkinlik, değişken dışkı kıvamı ve sıklığı gibi semptomların en az üç ay boyunca, haftada en az bir gün olması, Roma kriterleri gibi tanı ölçütleri kullanılarak değerlendirilir. Hastada alarm semptomları (dışkıda kan, ateş, gece semptomları, hızlı kilo kaybı, ailede kolon kanseri öyküsü vb.) yoksa, laboratuvar incelemeleri ve endoskopik testlerle organik bir neden dışlanır. Sonuçlar normal bulunduğunda IBS tanısı desteklenir. Fakat güncel yaklaşımda, ishal ağırlıklı IBS vakalarında çölyak hastalığı testi, kalprotektin gibi dışkı enflamasyon belirteçleri sıklıkla istenir.

IBD şüphesinde kolonoskopi ve biyopsi altın standarttır. Kan testlerinde CRP, sedimantasyon yüksekliği, anemi, hiperalbüminemi gibi bulgular çıkabilir. Dışkıda kalprotektin, lökosit, laktoferrin gibi belirteçler, enflamasyonun varlığını gösterebilir. Kolonoskopide ülseratif kolitte mukozal inflamasyonun sürekli bir tutuluş paterni, Crohn’da atlamalı lezyonlar görülür. Histopatolojik inceleme, Crohn’da transmural tutulum, granulom varlığı, ülseratif kolitte yüzeysel mukozal tutulum ve kripta absesi gibi bulgularla tanıyı doğrular. Bazı vakalarda endoskopik ultrason, manyetik rezonans enterografi (MRE) veya BT incelemesi de istenir. Teşhis konulduktan sonra hastalığın yaygınlığı ve komplikasyonların varlığı değerlendirilir.

Tedavi yaklaşımları​


IBS yönetiminde temel amaç, semptomları hafifletmek, bağırsak düzenini normalleştirmek ve yaşam kalitesini artırmaktır. Tedavi çoğunlukla multidisipliner bir yaklaşımı gerektirir. Diyet düzenlemeleri, stres yönetimi ve farmakolojik destek kombinasyonuna dayanır. Düşük FODMAP diyeti, sindirilemeyen kısa zincirli karbonhidratların alımını kısıtlayarak gaz oluşumunu ve şişkinliği azaltmayı hedefler. Kabızlık veya ishal ağırlıklı IBS için farklı beslenme önerileri, lif takviyeleri ve sıvı alımının ayarlanması önemlidir. İshal ağırlıklı IBS’de loperamid gibi antidiarreik, kabızlık ağırlıklı IBS’de ozmotik laksatifler kullanmak semptom kontrolü sağlar. Ayrıca antispazmodikler karın ağrısını hafifletebilir. Bazı vakalarda düşük doz trisiklik antidepresanlar veya serotonin reseptör modülatörleri reçete edilir. Psikoterapi, bilişsel davranışçı tedavi ve hipnoterapi gibi girişimler de romatizma benzeri hiçbir organik bozukluğun bulunmadığı IBS’de sıklıkla semptom hafifletici etki gösterebilir.

IBD tedavisi ise inflamasyonu kontrol altına almak ve remisyonu sürdürmek üzerine kuruludur. 5-aminosalisilik asit (5-ASA) türevleri, kortikosteroidler, immünmodülatörler (azatioprin, 6-merkaptopürin) ve biyolojik ajanlar (anti-TNF, anti-integrin, IL-12/23 inhibitörleri) bu amaçla kullanılır. Ülseratif kolitte 5-ASA, hafif-orta şiddette atakların kontrolünde temel taştır. Crohn’da ise kortikosteroidler ve immun modülatörler daha yaygın devreye girer. Hastalığın şiddetine, tutulum yerine ve komplikasyon varlığına göre tedaviler kademeli biçimde optimize edilir. Biyolojik ajanlar, özellikle konvansiyonel tedavilere yanıt vermeyen veya ağır seyreden hastalarda devreye girer. Stent veya cerrahi gerekebilecek darlıklar, fistüller, kanama veya tıkanma gibi komplikasyonlar meydana geldiğinde cerrahi seçenekler gündeme alınır. Ülseratif kolitte total kolektomi tedavi edici olabilir. Ancak Crohn’da cerrahi, tekrarlayan rezeksiyonlar riskini taşır ve kalıcı çözüm sunmaz.

Beslenme ve yaşam tarzı düzenlemeleri​


IBS için beslenme önerileri kişiden kişiye uyarlanabilir. Düşük FODMAP diyeti, bu alanda en çok ilgi gören yaklaşımlardandır. Fruktoz, laktoz, fruktan, galakto-oligosakkaritler ve polioller gibi sindirimi zor kısa zincirli karbonhidratları kısıtlamak, gaz ve şişkinlikte belirgin azalma sağlayabilir. Beslenme uzmanının rehberliğinde uygulanan bu diyet, semptom kontrolünde işe yarayabilir. Ancak uzun süreli kısıtlamalarda mikrobiyota çeşitliliği azalabilir. Bu yüzden diyet yeniden introdüksiyon aşamasıyla dengeli hale getirilir. Stres yönetimi, düzenli egzersiz ve yeterli uyku da IBS semptomlarında olumlu etki yapar.

IBD için beslenme, hastalığın evresine göre değişebilir. Akut alevlenmede sindirimi kolay, düşük lifli, düşük yağlı bir diyet yararlı olabilir. Crohn’da ince bağırsak tutulumunun olduğu durumlarda belirli vitamin ve mineral eksiklikleri (demir, B12, D vitamini) gelişir. Malabsorpsiyon sorunlarına yönelik ek takviyeler gerekebilir. Beslenme desteği (enteral veya parenteral) ağır vakalarda gerekebilir. Son yıllarda Elimination diyetleri veya özel formüller üzerinde çalışmalar olsa da tüm IBD hastaları için geçerli tek tip diyet bulunmaz. Her hastanın beslenme düzeni, hastalığın aktivite durumu, tutulum bölgesi, kullanılan ilaçlar ve bireysel toleranslar temelinde şekillenir. Sigara, Crohn seyri üzerinde olumsuz etkilere sahip olduğundan, hastalar için sigarayı bırakma önerisi de yapılır.

Multidisipliner yönetimin önemi​


IBS ve IBD, yalnızca gastroenterologların değil, psikolog, diyetisyen, cerrah, romatolog ve diğer uzmanların ortak çabasını gerektirebilen durumlar oluşturabilir. IBS’de psikolojik danışmanlık ve bilişsel davranışçı terapi, stres kaynaklı semptomları kontrol etmede etkili olabilir. Özellikle anksiyete veya depresyonla eş zamanlı seyrettiğinde, psikiyatrik destek IBS tedavisinin önemli bir parçası hâline gelir. Hastanın yaşam tarzı düzenlemeleri ve diyet programı için diyetisyen devreye girer. Klinik eczacılar, ilaçların yan etki profilini yönetme, etkileşimleri önleme konusunda destek sunar.

IBD yönetiminde ise gastroenterolog ve diyetisyenin yanı sıra, gerektiğinde cerrah ve romatolog gibi uzmanlar da işin içine girer. Crohn veya ülseratif kolit seyrinde görülebilen eklem ağrıları için romatolojik değerlendirme önemlidir. Karaciğer enzim yüksekliği ve primer sklerozan kolanjit gibi karaciğer tutulumları durumunda hepatolog desteği aranır. Deri lezyonları için dermatoloji uzmanları, göz problemi (üveit, episklerit) için oftalmologlar devrede olabilir. Bu bütüncül yaklaşım, hastalığın karmaşık doğasını daha iyi yönetmeyi ve komplikasyon riskini azaltmayı amaçlar. Ayrıca hem IBS hem de IBD’li bireylerde uzun süreli takipler gerekir. Hastanın semptomları, laboratuvar değerleri ve görüntüleme sonuçları düzenli aralıklarla izlenmelidir.

Her iki durumda da hasta eğitimi ön plandadır. IBS’li hastalara, semptomların hayatı tehdit edici olmadığını, yönetilebilir olduğunu ancak sabır gerektirdiğini anlatmak, psikolojik rahatlama sağlar. IBD hastalarına ise remisyon ve alevlenme dönemlerinin doğası, ilaçların rolü, beslenmenin önemi açıklanır. Düzenli kontroller ve ilaç uyumu, alevlenmelerin sıklığını ve şiddetini azaltabilir.

Cerrahi ve girişimsel yaklaşımlar​


IBS, cerrahi yöntemlerin çok nadiren gündeme geldiği bir hastalıktır. Asıl problem fonksiyonel olduğundan, bağırsakları kısmen reseksiyonla çözmek veya başka bir cerrahi işlem yapmak çoğunlukla endike değildir. Endoskopik girişimler de IBS için rutin değildir. Çoğu hasta medikal ve davranışsal terapilerle idare edilebilir.

IBD’de ise cerrahi seçenekler önem taşır. Crohn’da darlık geliştiğinde striktürplasti veya segmenter rezeksiyon, fistül varsa cerrahi onarım gerekebilir. İlerlemiş ülseratif kolitte tıbbi tedavilere yanıt alınamadığında total kolektomi ile kalıcı çözüm sağlanabilir. Cerrahi, bazen ostomi veya ileal poş-anal anastomoz gerektirir. Bu yaklaşımlar, ülseratif kolit hastalarının hayat kalitesini yükseltebilir. Ancak cerrahinin Crohn’da nüks ve yeniden rezeksiyon oranları görece yüksektir. Cerrahi planlama, hastalığın yaygınlığı, hastanın yaşı, genel durumu ve önceki tedavilere yanıtına göre yapılır. Biyolojik tedaviler, cerrahi ihtiyacını son yıllarda kısmen azaltsa da tam olarak ortadan kaldırmaz.

Gelecek perspektifleri ve araştırma alanları​


IBS ve IBD araştırmaları, mikrobiyota temelli tedaviler, hedefe yönelik moleküler ajanlar ve kişiye özel yaklaşımlara odaklanır. IBS’de spesifik probiyotik veya sinbiyotik formülasyonlarla semptomları hafifletme hedefi güdülürken, bağırsak beyin ekseninde nörotransmitter reseptörlerine müdahale eden ilaçlar da gündeme gelebilir. Psikofarmakolojik ajanlarla birlikte bilişsel davranışçı terapi protokollerinin uzun vadeli etkileri irdelenmektedir. Müşterek faktörler ve farklı fenotiplere uygun tedavi stratejileri geliştikçe, IBS yönetiminde daha başarılı sonuçlar elde edilebilir.

IBD’de yeni biyolojik ve küçük molekül hedefleri keşfi sürer. Anti-TNF ilaçlarına yanıt alamayan hastalar için IL-12/23 inhibitörleri, janus kinaz (JAK) inhibitörleri gibi ajanlar araştırılır. Fekal mikrobiyota transplantasyonu (FMT) da hem Crohn hem ülseratif kolit hastalarında bazı umut vadeden sonuçlar verse de halen deneysel aşamada kabul edilir. Mikrobiyomun modülasyonu, diyet ve genetik faktörlerin kombine edildiği multidisipliner yaklaşımlar, IBD’nin kronik inflamasyonunu baskılamada yeni ufuklar açabilir. IBD’yi tamamen iyileştirici kesin bir tedavi henüz yoktur, ancak remisyon sürelerini uzatan ve hastalık yükünü azaltan ilaçlar giderek artar.

Hücresel ve gen tedavileri, kemik iliği nakli gibi daha radikal fikirler de gündeme gelse de klinik uygulamaya geniş ölçekte girmiş değillerdir. İnvitro modellemeler, organoid çalışmaları, hayvan deneyleriyle IBD’nin immün patofizyolojisi daha iyi anlaşılmakta, hedefe yönelik tedaviler rafine edilmektedir. IBS alanında ise noninvaziv beyin stimülasyon yöntemleri, akupunktur, transkraniyal manyetik stimülasyon gibi yaklaşımların karın ağrısı ve bağırsak motilitesi üzerindeki etkileri araştırılır.

Farmakogenetik ve kişiselleştirilmiş tıp konseptleri de bu iki hastalık grubunda öne çıkar. Belirli genetik polimorfizmlerin ve mikrobiyom profilinin hastanın ilaç yanıtını öngörmede kullanılması, tedavi başarısını artırmayı vaat eder. Bu sayede gereksiz ilaç denemeleri ve yan etkiler azaltılabilir. Bu yaklaşımların rutin pratiğe girmesi, veri tabanı oluşturma ve biyobelirteç tespiti gibi adımların tamamlanmasıyla mümkün olacaktır.

Akademik ve klinik önemi​


IBS ve IBD, modern gastroenterolojinin en sık karşılaşılan ve en çok araştırma yapılan konuları arasındadır. Prevalansın yüksekliği, kronik ve tekrarlayıcı doğaları, hasta konforuna doğrudan etki etmeleri, sağlık sistemlerinde ekonomik yüke yol açmaları, araştırmaların önemini artırır. IBS her ne kadar ölüme yol açmayan bir tablo olarak görülse de hastaların günlük yaşamında yaratabileceği kısıtlılık ve psikolojik zorluklar küçümsenemez. IBD ise şiddetli ataklar, hastaneye yatışlar ve cerrahi gereksinimiyle potansiyel olarak daha ciddi sonuçlar doğurur.

Her iki hastalık grubunda da tanı koyma aşamasında organik bir hastalığın varlığı veya yokluğunu ayırt etmek gerekir. Bu, laboratuvar ve endoskopik incelemelerin temel rol oynadığı bir süreçtir. IBS’de ciddi bir doku hasarı olmadığı halde ısrarlı semptomların varlığı, bazı hekimler ve hastalar arasında “durumun psikolojik mi organik mi” olduğu tartışmalarını gündeme getirir. Yine de güncel anlayış, IBS’de altta yatan visseral aşırı duyarlılık ve bağırsak mikrobiyom değişiklikleri gibi biyolojik mekanizmaların kesinlikle yadsınamayacağını gösterir. IBD ise daha net bir şekilde immün aracılı enflamasyon ve mukozal hasar ile tanımlanır. Ancak bazen tanı koyarken atipik tablolar, Crohn ve ülseratif kolitin ayırt edilemediği belirsiz kolit gibi formlar süreci zorlaştırır.

Bu hastalıkların akademik önemi yanında, sosyal ve ekonomik boyutu da mevcuttur. IBS, kişinin iş gücünü ve sosyal faaliyetlerini kısıtlayabilir, IBD ise tekrarlayan ataklar ve tedavi maliyetleriyle hem bireysel hem toplumsal yük oluşturur. Sigorta sistemleri ve ulusal sağlık politikaları, IBD için pahalı biyolojik tedavilerin karşılanması ve uzman merkezlerde tedavi entegrasyonunun sağlanmasıyla ilgili düzenlemeler yapmak durumundadır. IBS yönetiminde de gereksiz tetkiklerin önlenmesi, hasta eğitimine ve kişiselleştirilmiş tedavi planına önem verilmesi, sağlık harcamalarını azaltabilir.

Gastroenterologlar, dahiliye uzmanları, beslenme uzmanları, psikologlar, cerrahlar ve eczacılar iş birliği yaparak IBS ve IBD yönetiminde daha başarılı sonuçlar elde edebilir. Klinik deneyler, gerçek yaşam verilerinin analizi, multidisipliner vaka paylaşımları bu hastalıkların daha iyi anlaşılmasını ve tedavi algoritmalarının güncellenmesini sağlar. İnflamasyon biyobelirteçlerinin ve mikrobiyota profillerinin geniş ölçekli çalışmalarda taranması, hem erken tanı hem de prognostik öngörü için yeni yollar açar.

Bu iki hastalık grubunun farklı patofizyolojik temellerine rağmen zaman zaman benzer semptomlar sergilemesi, hekimlerin dikkatini gerektirir. Hekim, IBS şikâyetleri anlatan bir hastada alarm semptomları sorgulayarak IBD olasılığını dışlamalıdır. Aynı şekilde IBD tanılı bir hastada da remisyon döneminde IBS benzeri fonksiyonel yakınmaların gelişebileceği bilinmelidir. Tedavi stratejisi, organik inflamasyonu baskılamak veya fonksiyonel regülasyonu sağlamak yönünde değişiklik gösterir. Doğru tanı, optimal tedavinin anahtarıdır.

Bu çerçevede IBS ve IBD, sindirim sistemi hastalıkları literatüründe iki uç örnek gibidir: Biri daha çok “görünür olmayan” ama rahatsız edici semptomlarla işlevsel bozukluk şeklinde tanımlanır, diğeri ise mukozal hasar ve ağır iltihap ile net organik bulgular verir. Fakat bağırsak beyin ekseni, mikrobiyal ekosistem ve immün yanıt mekanizmalarının kesişim noktalarında bazı ortak paydalar da söz konusudur. Araştırmaların devam etmesi, ileride IBS ve IBD tedavisinde yepyeni protokollerin doğmasına zemin hazırlamaktadır. Kişiselleştirilmiş tıp prensiplerinin sindirim hastalıklarında geniş uygulama alanı bulması, bu iki hastalığa dair bakış açısını daha da genişletecektir.
 

Öne çıkan içerik

Trend içerik

Üyeler çevrimiçi

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum istatistikleri

Konular
307
Mesajlar
310
Üyeler
5
Son üye
Çiğdem Akbaş
shape1
shape2
shape3
shape4
shape5
shape6
Geri
Tepe