Tıbbi Sözlük

Hoş geldiniz, tibbisozluk.com Sağlıklı yaşam sosyal paylaşım platformudur. Sağlık hakkındaki kararlarınızı mutlaka bir hekim'e danışarak veriniz. Tüm soru görüş ve önerileriniz için info@tibbisozluk.com a mail atabilirsiniz. Üye olarak Tıbbi Sözlük'ün tüm özelliklerinden faydalanabilinirsiniz.

Soru sor

Sorular sorun ve yanıtlar alın

Online Psikolog

Uzman Klinik Psikolog Çiğdem Akbaş

Bize Ulaşın

Site yönetimine yazın

Profesyonel Web Sitesi

Profesyonel bir web sitesi için tıklayın.

Depresyon, Anksiyete ve Panik Bozukluk

Bursa Psikolog

Yeni Üye
Katıldı
23 Şubat 2025
Mesajlar
1
Tepki puanı
0
Puanlar
1

Depresyon, anksiyete ve panik bozukluk​


Ruh sağlığı kavramı, giderek şehirleşen ve teknolojik olarak dönüşen toplumların gündeminde önemli bir yer tutar. Hızlı yaşam temposu, yüksek rekabet beklentisi, toplumsal ve ekonomik stres etkenleri, bireyin psikolojik dengesini zorlarken depresyon, anksiyete ve panik bozukluk gibi yaygın sorunların artışına zemin hazırlar. Bu bozukluklar, klinik belirti ve süreç bakımından farklılık gösterse de genellikle duygudurum ve düşünce içeriğinde olumsuz değişimler, yoğun kaygı, bedensel belirtiler, fonksiyon kaybı ve sosyal ilişkilerde aksaklıklarla kendini belli eder. Depresif epizodlar umutsuzluk ve ilgisizlik yönünde belirginleşirken, anksiyete bozuklukları korku ve tedirginliğin etkin olduğu bir tablo sunar. Panik bozukluk ise aniden başlayan şiddetli kaygı ataklarıyla karakterizedir. Modern psikiyatri bilimi, bu rahatsızlıkların etiyolojisinde biyolojik yatkınlıklar, çevresel faktörler, öğrenme süreçleri, kişilik özellikleri ve nörotransmiter dengesizliği gibi çeşitli etkenleri işaret eder. Tedavide farmakolojik ajanlar, psikoterapi yaklaşımları ve yaşam tarzı düzenlemeleri birbirini tamamlayarak hastanın fonksiyonelliğini ve duygusal iyilik halini geri kazandırır.

Duygudurum bozukluğu olarak depresyon​


Depresyon, klinik anlamda belirgin ve sürekli (en az iki hafta) devam eden keyifsizlik, ilgi ve istek kaybı, değersizlik veya suçluluk duyguları, enerji düşüklüğü, uyku ve iştah bozukluğu, dikkat ve bellek sorunları, bazen intihar düşünceleri gibi belirgin belirtilerle tanımlanır. İnsanın geçici üzüntü hallerinden farklı olarak klinik depresyon, kişinin günlük yaşantısını, işlevselliğini ve motivasyonunu önemli ölçüde bozar. Ayrıca bedensel semptomlar (örneğin ağrı, sindirim sorunları, yorgunluk) da tabloya eşlik edebilir. Tıbbi terminolojide major depresif bozukluk, distimi (kalıcı depresif bozukluk), atipik depresyon, mevsimsel duygu durum bozukluğu gibi alt kategoriler mevcuttur. Bu alt türler, semptom süreleri, yoğunlukları, eşlik eden özellikler veya yineleyici atakların varlığı gibi kriterlerle ayrılır.

Depresyonun nörobiyolojisi, sinir hücreleri arasındaki iletişimi sağlayan nörotransmiterlerin (serotonin, norepinefrin, dopamin) işlev bozukluğuyla yakından ilişkilendirilir. Özellikle serotonin düzeyinin düşük seyretmesinin depresif semptomlara yatkınlık oluşturduğu yönünde güçlü bulgular vardır. Kronik stres, kortizol düzeylerinin yükselmesine ve beyin plastisitesinin bozulmasına neden olabilir. Beynin duygu düzenlemesinde görev alan prefrontal korteks, amigdala, hipokampus gibi bölgeler arasındaki devrelerin işleyişinde anormallikler gözlenir. Genetik yatkınlığı olan bireyler, travmatik yaşam olayları, sosyal kayıplar, fiziksel hastalıklar veya hormonal dengesizlikler sonucu depresyona daha açık hale gelebilir.

Depresif dönemde görülen duygu durum değişiklikleri, kişinin özgüvenini ve sosyal ilişkilerini olumsuz etkiler. İş performansı, akademik başarı ve aile içi iletişim zayıflar. Uyku düzeni bozulur; bazı hastalarda insomnia, bazılarında aşırı uyuma gözlenir. İştahta azalma veya artış da olasıdır. Kişi günlük aktivitelerden zevk alamaz, gelecek konusunda karamsar düşüncelere kapılır ve bazen suçluluk duygusuna eşlik eden intihar eğilimleri ortaya çıkabilir. Ancak depresyon, tedavi edilebilir bir hastalıktır. Erken dönemde psikiyatri uzmanına başvuran kişiler, farmakoterapi (özellikle seçici serotonin geri alım inhibitörleri, serotonin-norepinefrin geri alım inhibitörleri, bupropion gibi ilaçlar) ve psikoterapi (bilişsel davranışçı terapi, kişilerarası terapi, psikodinamik yaklaşımlar vb.) kombinasyonundan yararlanabilir. Bazı dirençli vakalarda elektrokonvülzif terapi (EKT) veya beyin uyarım yöntemleri gündeme gelir. Yaşam biçimi düzenlemeleri, egzersiz, sosyal destek ağlarının güçlendirilmesi, medikal tedavinin başarı şansını artırır.

Kaygı bozukluğu olarak anksiyete​


Anksiyete bozukluğu, kişinin orantısız ve sürekli bir endişe, korku veya gerginlik duygusuyla yaşaması şeklinde tanımlanır. Fizyolojik olarak sempatik aktivasyon yükselir, kalp çarpıntısı, terleme, titreme, solunum hızlanması, kas gerilimi gibi bedensel belirtiler ortaya çıkar. Kişinin zihninde olumsuz senaryolar, belirsiz riskler ve kontrol edemediği durumlara dair aşırı kaygılar hüküm sürer. Anksiyete, insanın yaşamında belli ölçüde adaptif bir mekanizmadır; tehlike veya zorluklara karşı uyanıklık sağlar. Ancak bu duygunun kronikleşmesi ve normal işlevselliği bozacak düzeye gelmesi anksiyete bozukluğu olarak ele alınır.

Yaygın anksiyete bozukluğu (YAB), spesifik bir duruma bağlı olmaksızın geniş kapsamlı endişe ve huzursuzluk halidir. Hastalar, gelecek, iş, aile, sağlık, mali konular veya küçük gündelik olaylar hakkında bile sürekli olumsuz düşünebilir. Bu durum uyku bozukluğu, dikkat dağınıklığı ve sinirlilikle eşlik eden sürekli bir iç gerginlik yaratır. Sosyal anksiyete bozukluğu ise kişinin sosyal ortamlarda eleştiri, küçük düşme veya yargılanma korkusu yaşamasıyla belirir. Kalabalık içinde konuşma yapmak, yeni insanlarla tanışmak, performans gerektiren durumlar yoğun kaygıyı tetikler. Hastalar sosyal ortamlardan kaçınabilir, bu da yalnızlık ve fonksiyon kaybı yaratır.

Spesifik fobiler, belirli nesne veya durumlara karşı (örneğin yılan, iğne, yükseklik, uçak) aşırı korkuyu içerir. Kişi korkulan nesne ya da durumu görünce panik benzeri tepkilerle kaçma ya da sakınma davranışı geliştirir. Anksiyete bozukluğu, genetik yatkınlık, travmatik deneyimler, öğrenilmiş korkular ve bilişsel çarpıtmalarla şekillenir. Tedavide bilişsel davranışçı terapi, kaygılı düşünce kalıplarını tanıma ve yeniden yapılandırma amaçlı çalışır. Maruz bırakma (exposure) yöntemleri, korkulan uyarana kademeli şekilde yaklaşarak desensitizasyon sağlar. Farmakolojik olarak SSRI, SNRI ve bazen benzodiazepinler ya da buspiron kullanılabilir. Uzun süreli benzodiazepin kullanımı ise bağımlılık ve tolerans riskine yol açtığından kontrollü uygulanır. Egzersiz, gevşeme teknikleri, stres yönetimi stratejileri de tedaviyi destekler.

Ani ataklarla beliren panik bozukluk​


Panik bozukluk, beklenmedik şekilde başlayan ve hızla şiddetlenen yoğun korku veya dehşet ataklarıyla karakterizedir. Bu ataklar sırasında çarpıntı, nefes darlığı, göğüs ağrısı, baş dönmesi, terleme, titreme, ölüm korkusu, kontrolü kaybetme endişesi veya delirme hissi gibi belirtiler yaşanır. Ataklar genellikle birkaç dakika ile yarım saat arasında sürer, sonrasında nispeten yatışma görülür. Ancak kişinin atak tekrarı beklentisi, kalıcı bir kaygı kaynağı haline gelir. Hastalar, panik atağı tetikleyeceğini düşündükleri ortamlardan veya durumlardan kaçınır, bu da agorafobi gibi ikincil sorunlara yol açabilir. Agorafobide, kaçmanın zor veya yardımın ulaşamayacağı yerlerde panik atağı yaşamaktan korkan birey, açık alanlardan, kalabalık ortamlardan, toplu taşımadan, tek başına seyahat etmekten çekinir.

Panik bozukluğunda hastalar sıklıkla acil servise göğüs ağrısı, kalp krizi endişesiyle başvurur. Oysa kardiyolojik testler normaldir. Atak sırasındaki fizyolojik belirtiler, bedende yüksek sempatik aktivasyon ve hiperventilasyonla ilişkilidir. Nörobiyolojik olarak locus coeruleus ve amigdalanın aşırı uyarılabilirliği, genetik eğilim, travmatik deneyimler panik ataklara katkıda bulunabilir. Tedavide bilişsel davranışçı terapiyle (düşünce kalıplarının dönüştürülmesi, nefes kontrolü, atakla yüzleşme) ve farmakoterapi (SSRI, SNRI, bazen kısa süreli benzodiazepin) kombinasyonu etkili olur. Yetersiz tedavi veya kaçınma davranışlarının ilerlemesi, sosyal ve mesleki yaşantıda ciddi kısıtlamalar doğurabilir. Bu nedenle panik bozukluğunun erken tanısı ve uygun müdahalesi önemlidir.

Ortaya çıkan komplikasyonlar ve eşlik eden bozukluklar​


Depresyon, anksiyete ve panik bozukluk çoğu zaman bir arada görülebilen veya birbirine zemin hazırlayan problemlerdir. Özellikle kronik anksiyete bozukluğu yaşayan kişilerde zamanla depresif belirti gelişme riski artar. Panik atakların yarattığı çaresizlik hissi, bireyin öz değerini düşürebilir ve umutsuzluğa sürükleyebilir. Madde bağımlılığı, alkol kötüye kullanımı, yeme bozuklukları gibi ek patolojiler, bu tablonun karmaşıklığını artırır. Örneğin kişi kaygıyı yatıştırmak amacıyla alkol kullanmaya başlayabilir, ancak bu durum bağımlılığa dönüşürse daha büyük işlev kaybına neden olur.

Bedensel rahatsızlıklarla da sık sık eşlik görülür. Kardiyovasküler hastalıklar, sindirim sistemi bozuklukları (IBS gibi), baş ağrıları, fibromiyalji benzeri ağrı sendromları, somatik yakınmalar depresyon veya anksiyete temelinde şiddetlenebilir. Psikolojik gerilim bağışıklık sistemini zayıflatır, inflamatuar süreçleri tetikleyebilir, kişiyi kronik hastalıklar karşısında daha savunmasız hale getirir. Tersi de geçerli olabilir; kronik bir fiziksel hastalık, psikolojik bozukluklara zemin hazırlayabilir. Bu kesişim noktası, bütüncül tedavi yaklaşımını zorunlu kılar. Bireyin hem biyolojik hem psikososyal boyutları göz önünde bulundurularak multidisipliner ekip çalışmasıyla müdahale planlanır.

Çocukluk ve ergenlik döneminde görülen belirtiler​


Depresyon, anksiyete ve panik bozukluk sadece yetişkin popülasyonda değil, çocuk ve ergenlerde de giderek artan oranda teşhis edilen sorunlardır. Ancak genç yaş grubunda klinik belirtiler yetişkinlerden farklı seyredebilir. Çocuklarda depresyon genellikle sinirlilik, öfke patlamaları, okul başarısızlığı, içe kapanma, iştahsızlık gibi davranışsal değişimlerle kendini gösterebilir. Anksiyete bozuklukları, okul reddi, ayrılma kaygısı, sosyal izolasyon veya gece kabusları şeklinde yansır. Panik ataklar çocuklukta nadir olsa da ergenlik döneminde bedensel duyumları yanlış yorumlama eğilimiyle daha sık görülür.

Çocuklarda bilişsel beceriler ve öz-denetim mekanizmaları tam gelişmediği için, korku ve kaygı hallerini anlamlandırmak zordur. Okulda akran ilişkileri, öğretmen tutumları veya aile içindeki çatışmalar bu bozuklukları tetikleyebilir. Genetik yatkınlığın yanı sıra ebeveynlerle güvenli bağlanma yaşanamaması veya travmatik deneyimler erken yaşta ruhsal sorunlara zemin yaratır. Pedagog, çocuk psikoloğu ve psikiyatristin birlikte değerlendirmesiyle uygun terapi ve gerekirse ilaç tedavisi gündeme gelebilir. Aile danışmanlığı, ebeveynlerin yaklaşımlarını düzenlemesi ve çocuğun çevresel koşullarını iyileştirmesi açısından büyük önem taşır.

Kültürel ve toplumsal boyutlar​


Depresyon ve anksiyete, kültürden kültüre farklı ifadelere bürünebilir. Bazı toplumlarda duygusal sıkıntı bedensel yakınmalar şeklinde dile getirilir ve birey depresyon tanımlaması yerine baş ağrısı, sırt ağrısı, halsizlik gibi semptomları ön plana çıkarabilir. Toplumsal değerlerin damgalayıcı tutumu, kişinin psikiyatrik belirtileri gizlemesine ve yardıma geç başvurmasına neden olur. Ayrıca sosyoekonomik koşullar, göç, savaş, doğal afetler gibi toplumsal travmalar kaygı bozukluklarını yaygınlaştırır. Aile ve sosyal destek ağlarının zayıf olduğu ortamlarda izolasyon ve yalnızlık duygusu depresyonu ağırlaştırabilir.

Günümüz modern toplumlarında performans ve başarı odaklı yaşam tarzı, bireyleri yoğun stres altında tutar. Sosyal medyanın yaygınlaşması, dijital platformların sürekli rekabet ve kendini kanıtlama baskısı oluşturması, anksiyete düzeyini yükseltir. Özellikle ergen ve genç yetişkin popülasyonda siber zorbalık, sosyal medya bağımlılığı, bedensel imaj kaygıları gibi konular psikolojik sorunları tetikleyebilir. Bu süreçte psikolojik hizmetlerin yaygınlaştırılması, toplumun zihinsel sağlık konusundaki farkındalığını artırma ve stigma ile mücadele etme önemlidir.

Psikoterapi ve tedavi yaklaşımları​


Depresyon, anksiyete ve panik bozukluk tedavisinde psikoterapi, farmakoterapiyle birlikte merkezi yer tutar. Bilişsel davranışçı terapi (BDT), hastaların olumsuz otomatik düşüncelerini, çarpıtılmış inançlarını fark etmesine ve bunları daha gerçekçi zihinsel çerçevelerle değiştirmesine odaklanır. Maruz bırakma teknikleri, kaygı yaratan durumları kademeli şekilde deneyimleterek korku yoğunluğunu azaltır. Özellikle panik bozukluk ve sosyal anksiyete bozukluğunda BDT’nin etkinliği kanıtlanmıştır. Hastaların kaygı oluşturan bedensel duyumları tanıması, nefes egzersizi ve gevşeme teknikleri öğrenmesiyle panik atağı kontrol etmeyi başarabilir.

Kişilerarası terapi, özellikle depresyonda kişiler arası çatışmalar, rol değişiklikleri veya kayıplardan kaynaklanan duygusal sorunları hedefler. Psikodinamik yaklaşımlar, bilinçdışı süreçleri, erken dönem deneyimleri ve içsel çatışmaları keşfederek semptomların kökenine inmeyi amaçlar. Destekleyici terapi, hastanın dayanıklılığını artırmak, sosyal destek kaynaklarını güçlendirmek için yararlı olabilir. Hastanın tedaviye katılımı ve motivasyonu, terapistin yaklaşımı, kullanılan tekniklerin güncelliği ve terapi süresinin yeterliliği, terapinin başarısını etkiler.

Grup terapisi, özellikle ortak sorunlar yaşayan (örneğin sosyal anksiyete) hastalara sosyal becerileri geliştirmek, deneyim paylaşımı yapmak ve yalnız olmadıklarını hissettirmek açısından avantaj sunar. Aile terapisi, aile içi dinamikleri düzenleyerek hastayı destekleyici bir ortam yaratmaya katkı sağlar. Rehabilitasyon, mesleki danışmanlık, stres yönetimi eğitimleri de kapsamlı bir tedavi planının parçası olabilir. Bugünlerde sanal terapiler ve uzaktan danışmanlık platformları, coğrafi engelleri aşmak ve daha geniş kitlelere erişmek bakımından öne çıkar.

Farmakoterapi ve biyolojik tedaviler​


Farmakolojik tedavi, depresyon, anksiyete ve panik bozuklukta semptomların hafiflemesinde çoğu zaman kritik rol oynar. Seçici serotonin geri alım inhibitörleri (SSRI) ve serotonin-norepinefrin geri alım inhibitörleri (SNRI), birinci basamak ilaçlar olarak kabul edilir. SSRI’lar arasında sertralin, fluoksetin, paroksetin, escitalopram gibi ajanlar yer alır. Bu ilaçlar sinaptik aralıktaki serotonin seviyesini artırarak duygu düzenlemesine katkı sunar. SNRI grubu (venlafaksin, duloksetin) ise hem serotonin hem norepinefrin düzeylerini yükselterek belirgin anksiyete ve ağrı bileşenli depresyonlarda etkilidir.

Trisiklik antidepresanlar ve MAO inhibitörleri de eskiden yaygın kullanılmış, ancak yan etki profilinin daha yoğun olması nedeniyle ikinci-üçüncü basamak ilaçlar haline gelmiştir. Panik bozuklukta düşük doz SSRI’lar veya SNRI’lar başlanır, zamanla dozu kademeli artırılır. Benzodiazepinler (alprazolam, diazepam, klonazepam) kısa vadede paniğin akut yönetiminde etkilidir, ancak uzun vadede bağımlılık ve tolerans gelişme riski yüksektir. Bu nedenle hekimler, mümkün olduğunca kısa süreli ve kontrollü benzodiazepin kullanımını önerir. Beta blokerler, bedensel anksiyete semptomlarını (örneğin çarpıntı, tremor) baskılamak amacıyla bazen eklenir.

Tedavinin başlangıcında ilaçların etki göstermesi için birkaç hafta gerekebilir. Hastalar bu süreçte, ilaç kullanmaya rağmen iyileşme hissedemeyince tedaviden vazgeçmemeli, hekimin önerilerine uymalıdır. İlaca bağlı yan etkiler (mide-bağırsak rahatsızlığı, baş dönmesi, cinsel işlev bozuklukları, baş ağrısı gibi) oluşabilir. Hekimle iletişim halinde doz ayarı veya ilaç değişikliği yapılabilir. Tedaviye ara vermek veya aniden bırakmak, yoksunluk semptomlarına yol açabilir. Dirençli vakalarda ilaç kombinasyonları veya augmentasyon yöntemleri (örneğin antipsikotik eklemek, lityum desteği) gündeme gelebilir. Elektrokonvülzif terapi (EKT), rTMS gibi nöromodülasyon teknikleri, şiddetli ve dirençli depresyon veya bipolar depresyon vakalarında hayat kurtarıcı olabilir. Panik bozuklukta EKT ender tercih edilse de ağır ve karma vakalarda değerlendirilebilir.

Yaşam tarzı düzenlemeleri ve destekleyici yaklaşımlar​


Depresyon, anksiyete ve panik bozuklukta yaşam tarzı düzenlemeleri, semptom yönetiminde tamamlayıcı rol oynar. Düzenli egzersiz yapmak, beynin endorfin ve serotonini artırarak ruh halini olumlu etkiler. Yürüyüş, koşu, yoga, pilates veya yüzme gibi aktiviteler stresin fizyolojik etkilerini azaltır, anksiyete semptomlarını hafifletir. Uyku hijyenine özen göstermek, belirli saatlerde yatıp kalkmak, uyku ortamını düzenlemek, elektronik cihazlardan uzak durmak sinir sistemini dengeleyerek gece boyunca dinlendirici uykuyu destekler.

Beslenmenin de önemi büyüktür. Diyette tam tahıllar, sebze meyveler, omega-3 yağ asitleri ve protein kaynakları dengeli bir oranda alınmalıdır. Kafein, alkol ve rafine şeker tüketiminin azaltılması tavsiye edilir. Bazı çalışmalar D vitamini, magnezyum veya B grubu vitamin eksikliklerinin ruhsal bozukluk semptomlarını ağırlaştırabileceğini göstermektedir. Sosyal destek mekanizmaları, yakın arkadaş çevresi, aile veya destek grupları, kişinin duygusal zorlukları paylaşmasına yardımcı olur. İçe kapanmak yerine iletişimi sürdürmek, yardım taleplerini belirtmek tedavi sürecini kolaylaştırır.

Mindfulness temelli terapi, meditasyon, nefes egzersizleri gibi zihinsel farkındalık teknikleri, hastanın olumsuz düşünce ve duyumları kabullenmesine ve kendini sakinleştirme becerisi kazanmasına katkı sunar. Özellikle panik atak süresince solunum teknikleri ve bedensel gevşeme egzersizleri atağın şiddetini azaltabilir. Kişinin kendine realist hedefler belirlemesi, planlı programlama yapması, büyük sorunları küçük parçalara ayırarak çözmeye çalışması da kaygı yükünü hafifletir.

Erken tanı, müdahale ve toplumsal farkındalık​


Depresyon, anksiyete ve panik bozukluk, toplumda sık görülen, yaşam kalitesini düşüren ve sağlık sistemi kaynaklarını tüketen kronik rahatsızlıklardır. Erken tanı, hem hastanın gereksiz acı çekmesini önler hem de işlevselliğini korumaya yardım eder. Bireyin belirtileri fark etmesi ve hekime başvurması, genellikle rahatsızlık verici semptomların artmasından sonra olur. Bu nedenle ruh sağlığı konusunda farkındalık yaratmak, psikiyatrik bozuklukların damgalanmasını azaltmak, koruyucu-önleyici müdahaleleri güçlendirmek elzemdir. Okul müfredatına, aile eğitimi programlarına ve çalışma ortamlarına ruh sağlığı bilgilerinin entegre edilmesi yararlıdır.

Birincil basamak hekimleri, aile hekimleri ve pratisyenler, kısa tarama ölçekleriyle temel ruhsal bozuklukları saptayabilir. Şüpheli durumlarda yönlendirme ve profesyonel destek alınması hastanın kronikleşme sürecine girmeden tedavi görmesini sağlar. Üstelik kronik fiziksel hastalığı olanlar (örneğin diyabet, kalp hastalığı, kanser) aynı zamanda depresyon veya anksiyete riski taşır. Bu multidisipliner yaklaşım, tıp camiasının farklı dallarını psikiyatriyle iş birliği yapmaya zorunlu kılar. Psikoterapi, ilaç tedavisi, rehabilitasyon ve sosyal destek tedavinin ögelerini oluşturur.

Yeni araştırmalar, nörobilim, genetik ve epigenetik alanlarında ilerlemeler kaydettikçe ruhsal bozuklukların temellerini daha iyi anlayacağız. Bu bulgular doğrultusunda hedefe yönelik yeni ilaç molekülleri, beyin uyarım teknikleri ve kişiselleştirilmiş tedavi yaklaşımları gelişebilir. Yine de en önemli adım, kişiyi bir bütün olarak görüp biyolojik, psikolojik ve sosyal boyutlarını dikkate alarak tedavi etmektir. Destekleyici toplumsal ortam, psikolojik dayanıklılık programları ve erken müdahale mekanizmalarıyla depresyon, anksiyete ve panik bozukluğun toplumsal yükü hafifletilebilir. Bireylerin duygu dünyasını ve zihinsel sağlığını korumak adına toplumsal dayanışma ve bilinç düzeyinin yükseltilmesi her geçen gün daha da kritik hale gelmektedir.
 

Öne çıkan içerik

Trend içerik

Üyeler çevrimiçi

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum istatistikleri

Konular
307
Mesajlar
310
Üyeler
5
Son üye
Çiğdem Akbaş
shape1
shape2
shape3
shape4
shape5
shape6
Geri
Tepe